Söyleşi

Doç. Dr. Alev Özkazanç: Türkiye ZİNA realitesini tanımalı!

Kadın cinayetleri görünmezliğini yitirerek ana akım medyanın gündemlerinden biri haline geldi.

29 Ağustos 2011 03:00



Hazal Özvarış/T24

Kadın cinayetleri görünmezliğini yitirerek ana akım medyanın gündemlerinden biri haline geldi. Ancak bu görünürlüğe rağmen kadınlar öldürülmeye devam ediyor. Adalet Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre 2002 ile 2009 arasında yüzde 1400 arttı ve 7 sene içinde 4 bin 410 kadın öldürüldü. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu da 2011’in ilk 6 ayında cinayetlerinin 130’a ulaştığını açıkladı.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin başkanlığında Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması’na dair kanun taslağı hazırlandı. Taslak geçmişteki örneklerine kıyasla kadınlar arasında ayrım yapmadan hem fahişeleri hem de nikahsız kadınları koruyor. Şiddet uygulama potansiyeli taşıyan erkeklere tedbir olarak elektronik kelepçe, devlet kurumlarında toplumsal cinsiyet eğitimi gibi önlemler düşünülüyor.

Peki, erkekler kadınları neden öldürüyor?

Savunmalarda, makarnayı tuzsuz yapmaktan bir erkeğe mesaj atmaya, beyaz pantolon giymekten gece sevişmek istememeye kadar yelpazesi geniş ancak geçerliliği olmayan nedenler sıralanıyor. Kadınlar, sevgilileri veya kocaları tarafından öldürülüyor. Cinayetler, birlikteliklerde bir çatışma olduğuna işaret ediyor.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim görevlisi ve Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Alev Özkazanç’a sorduk:

Kadın cinayetleri 8 yılda neden 30 kat arttı? AKP politikaları kadını mı aileyi mi koruyor? Aile Vizyonu 2023 nikahsız birlikteliklere tahammülü azaltacak mı? “Kadın mı kız mı” ikileminde kadın olmayı tercih edenler dışlanacak mı? “Çok eşli” Başakşehirler artacak mı? Türkiye’de yaşanan cinsellik egemen değerlerle çelişiyor mu? Kemalist ideoloji cinselliğe karşı daha mı dürüsttü? MHP’li vekiller kaset skandalında nasıl bir yol izlemeliydi? Türkiye’de siyasiler “sevişiyor” olsa ne olur?



İşte Doç. Dr. Alev Özkazanç’ın T24'ün sorularına verdiği cevaplar:


Erkeklik krize giriyor, bedeli kadınlar ödüyor

2002 yılında öldürülen kadın sayısı 66’ydı. Ancak 7 sene içinde yüzde 1400’lük bir artışa tanık olduk. Bu artışla AKP iktidarı arasında bir bağlantı var mı?

Maddi bir gerçeklik olarak kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin artışın AKP yönetimine denk geldiği açık olmakla birlikte, doğrudan bir etken olarak AKP politikalarıyla bağlantılandırmıyorum. Dolaylı olarak ise AKP, hem neoliberal iktisat politikaları hem sosyal politikaları güçlü bir şekilde yürüten muhafazakar bir parti.

Yeni sağcılık ya da yeni muhafazakarlık olarak adlandırdığımız oluşumda belirleyici olan şey neo-liberalizm ve muhafazakarlık arasındaki özel eklemlenmeler,  geçişler ve gerilimler. Bu geçişler bazen gerilimli bir durum yaratıyor. Kadına yönelik şiddetin artmasında temel meselenin bu olduğunu düşünüyorum. Şiddetin artmasının muhafazakar politikalardan çok, ta 1980’lerden itibaren başlayan, 1990’larda giderek ağırlaşan ve AKP’nin de kendine özgü bir tarzda devam ettirdiği neo-liberal politikaların toplumsal dokuyu ve aileyi çözen, yoksullaştıran, güçsüzleştiren ve farklı şiddet biçimlerinin yaygınlaşmasına neden olan etkileriyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Ataerkil pazarlığa dayalı aile düzeninin çözülüyor olması AKP’den önce başlayan bir süreç.

Ancak elbette konunun muhafazakarlaşmayla bir ilgili var. Türkiye’de zaten güçlü olan ataerkil cinsiyetçi kültüre AKP döneminde giderek belirginleşen bir ahlakçılık ve aile değerleri savunusu ekleniyor. Bu da elbette kadının eşitsiz konumunu, itaatkar rolünü pekiştiren bir şey. Ancak bu, ailenin güçlendirilmesiyle aynı şey değil. Bence AKP, muhafazakâr ve aileci değerleri özellikle önemsemekle birlikte şimdiye kadar aileyi güçlendiren politikalar izlemiş değil.

Fakat 3. dönemden itibaren sadece retorik olarak aileyi güçlendirici söylemin ötesine geçmeye niyetli görünüyor ve diyaneti araya sokma, refah arttırıcı önlemler sağlama, şiddete karşı önlemleri güçlendirme gibi politikaları geliştirmeye hazırlanıyor.


‘Başbakan 3 çocuk dedi diye insanlar 3 çocuk yapmayacak’


3 çocuk söylemi ustalık döneminden önce çıktı. Bu aileyi güçlendirmeye yönelik bir talep değil mi?

Bu tür söylemleri aileyi güçlendirici reel sosyal politikalarla desteklenen ciddi bir yönelimden ziyade “aileci” retorik olarak görüyorum. Üç çocuk söylemi Türkiye'nin mevcut iktisadi ve sosyal koşullarında yaygınlaşabilecek bir şey değil. Başbakan öyle diyor diye insanlar öyle yapmayacak. Herkes bir çocuk büyütmenin ne kadar zor olduğunu, iki veya üç çocuk olunca eğitim masraflarının ne kadar artacağını biliyor. Ancak, 3 çocuğu özel olarak destekleyen sosyal ve ekonomik politikalar gerçekleşirse bu gerçekleşir. Şu an etkisi olursa da sadece orta-üst sınıf İslami ailelerle sınırlı kalır.

1970'li, 80'li yıllara kadar kısmen de olsa işleyen ataerkil pazarlık artık çözülüyor. Bu pazarlıkta erkekten beklenen şey eve aileyi geçindirecek gelir getiren koca ve baba rolünü oynamasıydı. Kadın da kendinden beklenen ev içi emeği sarf ederek uygun ve iffetli bir yaşam sürmeliydi. Bu pazarlık her iki yönden de bozuluyor.


‘Erkekler kadınları öldürdükten sonra intihar etmeye başladı’

Erkekliğin en temelindeki aileye bakma görevi sarsılıyor çünkü işsizlik ve yoksullaşma nedeniyle bir kadına ve bir aileye sahip olmak pek çok alt sınıf erkek için zorlaşıyor. Evlenmek, çocuk yapmak, beslemek, eğitmek gibi bir babadan ve kocadan beklenen şeylerin nesnel zemini kayıyor. Erkekler, güçlerini yitiriyor ve krize giriyor. Bu durumunda erkeklere kalan tek güç alanı, “kadına sahip olma” alanı oluyor. Yani salt bir erkeklik gösterisi, iddiası olarak güç gösterisi ve şiddet.

Açıklar mısınız?

Son zamanlarda kadın cinayetlerinde dikkatimi çeken bir şey oldu: Adamlar, kadınları öldürdükten sonra intihar etmeye başladı. Bu erkeklik krizinin ne kadar ağır yaşandığının bir göstergesi. “Öldürdüm, pişman değilim, namusumu temizledim” diyenler elbette ki var ancak pişman olan, kendi üzerindeki denetimini yitiren, hatta kendini de öldürenler de var. Tüm bunları ciddiye alarak, mevcut erkeklik krizinin çok boyutlu anlaşılması gerekiyor. Elinde kalan bir tek kadın ve aile var, o da “ben gidiyorum” dediğinde hiç bir şey kalmıyor. Yaşamının anlamı kalmıyor, kadını öldürdüğü gibi kendi yaşamına da son veriyor.

Diğer yandan kadınlarda da güçlenme eğilimi ve arzusu giderek artıyor. Asimetri yaşanıyor. Ölümle biten şiddet olaylarının çoğunun kadınların ayrılmak istemesiyle ilgili olduğu çok açık. Cinayetlerin çoğu ayrılmak isteme sürecinde veya boşanma sonrasında yaşanıyor. Kadının "ben gidiyorum" diyor ya da başka türlü kaçış ve direnme eğilimleri gösteriyor. "Su getir" diyen erkeğe "getirmiyorum, sen al" demek de metaforik olarak bir kaçış. Feminist hareketin, medyanın, tüketim kültürünün bu kaçışta etkisi var. Kadınlar başka türlü yaşamanın mümkün olduğunu görüyor.


‘Aile birliği mesajı veren partinin desteği artar’



Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık yerine Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın gelmesi, aile imamlığı ve hekimliği gibi aileye yönelik pratiklerle önümüzdeki senelerde kadınlar öldürülmeden kaçabilmekten ziyade aile içinde kaçmadan yaşamaya mı yönlendirilecek?

Bence AKP kendi çizgisi açısından doğru bir rotaya giriyor. İlk 2 döneminde AKP'nin politikaları bir muhafazakar partiye pek de yakışmayan bir politikaydı. AB'ye uyum çerçevesinde medeni kanun değişikliği, ceza yasası değişikliği, kadın istihdamı vs. gibi konularda Avrupa'dan gelen uyarıları resmi düzeyde benimseyen, işbirliğine açık gözüken bir politika izledi. Bir tek zina konusunda  zayıf bir çıkış yapıldı ancak hemen geri çekildi. Şimdi AKP’nin muktedir olduğu 3. döneminde kendisine daha çok uyan bir politika izlemeye başlayacağı anlaşılıyor. Bu durum bakanlığın adının değişmesine yansıdı. Şiddet de aile meselesi içinde ele alınacak.

İmamların harekete geçirilmesi, şiddete dair yeni yasa tasarısı, Fatma Şahin'in Emniyet içinde kadına şiddete karşı müdürlük kurulması talebi gibi girişimler konuyu ciddiye aldıklarını gösteriyor. Boşanma oranlarının ve cinayetlerin artması, alkol, uyuşturucu, kumar gibi erkekleri ve erkek çocukları etkileyen olguların AKP'nin gündemine gelmesi önemli çünkü bunlar aileyi çözen dinamikler. Kadına yönelik şiddet de bunlardan biri. AKP güçlü bir aile politikası yürütmeyi başarabilirse bu onlar için çok büyük bir başarı kaynağı olur.

AKP, neoliberalizmine rağmen bunu yapılabilir mi?

Sadece kısmen yapılabilir. Geçmiş döneme kıyasla aileci politikaların etkisinin daha fazla olacağını düşünmekle birlikte tam da neoliberal politikalarla çeliştiği için etkisinin sınırlı olacağını düşünebiliriz. "Bütün Türkiye muhafazakar bir aile modelini yaşasın" idealinin sınıfsal bir zemini artık yok. Ama bunun ötesinde yapılan her girişimin politik başarısı çok olacaktır. AKP, daha önce girmediği, çok önemli sorunların olduğu bir alana giriyor. Bu alanda az da olsa bir şey elde ederlerse bu AKP'nin çok lehine olurken cinsiyet eşitliği ve kadın özgürleşmesi açısından aleyhte bir durum olacak.

Bakanlar arasında bir tane kadın bakan olduğu düşünülürse AKP'nin politikaları ne kadar kadınlar lehine olacak?

Aileci politikaların ne anlamda kadınların lehinde olacağı tartışmalı bir konu. Türkiye’de mevcut ataerkil cinsiyet konumları ve aile yapıları nedeniyle kadınlar çok minimum şeyler bekliyor ve bunlara bile ulaşamıyorlar. Kadınlar yaşam ve can güvenliklerinin tehdit altında olmadığı, erkeklerin babalık ve kocalık görevlerini yaptığı, yeterli zaman ve yeterli gelir getirdiği, içki ve kumarın olmadığı düzgün aile yapılarını talep ediyorlar. Bunun dışında özgürlük talebi de var tabi ki ama bu ağır durum altında eziliyor. Eğer bir parti kadınlara, “erkekler üzerinde medenileştirici ve frenleyici bir etki yaratacağım, aynı zamanda kadınları koruyacağım. Böylece aile birliğini sağlayarak böylece problemleri azaltacağım” gibi bir mesaj verebilirse sırf bu mesajın kendisi bile kadınlar açısından büyük bir popülerlik yaratabilir. Verilen desteğin artmasına neden olabilir. Aynı zamanda kadın özgürleşmesi açısından kötü bir rotaya girildiğinin de bir göstergesi olacaktır.


‘Çok eşlilik ve eş aldatmalarda artış var’


AKP, Aile Vizyonu 2023’te “nikâhsız birlikte yaşamaların ve ahlaki yozlaşmanın, aileyi tehdit ettiğini ve bunun önüne geçileceğini” vurguladı. Nikahsız birlikteliklere tahammülsüzlük mü gelecek?

Özellikle AKP veya İslamcılık açısından düşünüldüğünde, nikahlı nikahsız meselesi kafa karıştırıyor. İslamcı kültürde dini nikah yeterli görülebilir ancak İslamcıların da dahil olduğu genel Türkiye kültüründe resmi nikahın önemi büyük. İmam nikahı 2. veya 3. eşler için kullanılan bir form. İslamcı aileler de imam ile resmi nikahı beraberinde yapmayı önemsiyor. O nedenle AKP nikah derken neyi kastediyor, bilemiyorum. Öte yandan Aileyi Koruma yasasında halen mevcut olan nikahlı ile nikahsız kadın ayrımı yapan maddeyi kaldıracak ve tüm kadınlara koruma sağlayacak bir tasarı gündemde. Dolayısıyla yasal alandaki gelişme bu yönde olacaktır. Ama genel olarak o yasanın dışında, Türk aile değerlerinin dışında görülen kadınlık-erkeklik ve yaşam biçimlerine yönelik baskının değişik biçimlerde artacağını öngörebiliriz.


‘Muhafazakar değerler içselleştirilmiyor, -mış gibi davranılıyor’



Başbakan’ın “kadın mı kız mı belli değil” sözlerine isyan eden Dilşat Aktaş’ın temsil ettiği kadınlık önümüzdeki dönemi nasıl yaşayacak?

"Kadın mısın kız mısın" meselesi o kadar ağır bir mesele ki Türk cinsiyetçi kültürü bunu çözebilmek için "bayan" kelimesini icat etmek zorunda kaldı. Sırf kibarlık olsun diye, kamusal alanda kadına kadın demek ayıp olacağı için.  Gördük ki Başbakan öfkesi ve hıncı nedeniyle Türkiye toplumunun yeni icat ettiği bu cinsiyetçi görgü kuralını bile izlemeyi lüzumsuz gördü. Kamusal alanda kadın diye adlandırılmak zaten tuhaf ve problem çıkaran bir şey, kadın olmak başlı başına bir güvensiz durum, ayrıca farklı kadınlık ve erkeklik biçimlerine, farklı cinsel yönelimlere, seks işçilerine yönelik baskı ve şiddet pratikleri her zaman vardı, ve bu durum son 10-20 yılda da bariz bir şekilde ağırlaşıyor. Varsayılan kadın modeli dışına düşenler, hegemonik biçimlere uymaya veya uygunmuş gibi gözükmeye zorlanıyor.

Öte yandan, Türkiye toplumunun cinsel pratikleri açısından çok açıldığını da düşünüyorum. Çok eşlilik, eş aldatmanın arttığını çok bariz görebiliyoruz. Her sınıftan ailelerde artan bu tür eğilimin arttığını, özellikle gençlerde cinsel serbestleşme arayışının öne çıktığını görüyoruz. Buradan bakınca insanların kaotik biçimlerde arayışları artıyor. Ancak tam da bu arayış henüz dürüstçe adı konamayan, savunulamayan, açıkça talep edilemeyen bir şey olduğu ölçüde ancak kaotik biçimde bir tür normsuzluk, kuralsızlık, ahlaksızlık olarak yaşanıyor. Tam da bu yüzden  muhafazakarlaşmaya uygun bir ikiyüzlülük pratiği gelişiyor, kamusal riya ve ahlakçılık dozu artıyor ve  öyle yapmıyormuş gibi gözükme davranışı artıyor. Muhafazakar değerler içselleştirilmiyor da "-mış" gibi davranma baskısı ve eğilimi artıyor. Muhafazakarlaşmanın büyük kısmı böyle bir şey zaten.


‘İslami çevrede cinsel arayış artıyor’


Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler, köşesinde muhafazakar erkekleri “İslami değerlere sahip olmayı en çok, kadınlara ikinci hanımın İslam'a uygun bir durum olduğunu onaylatmak, yaptıkları işlere bahaneler üretmek olarak gördüler” diyerek eleştirdi. Anlattıklarınızdan da yola çıkarak, İkinci Cumhuriyet'te Başakşehir’ler artacak mı?

Artacağı kesin. Bu çok derin sosyolojik bir dinamik. Fakat bu artışla Sibel Üresin'in müdahalesi arasında bir bağlantı kurmak lazım. Sadece İslami değil, her kesimde zinanın kendisi kendi başına bir problem değil. Kadınların istediği düzgün bir aile, erkeklerin problem çıkarmadığı bu aile içinde çocukları büyütmek. Bu düzenin bulunduğu durumlarda, kocanın 2. eşinin olması, geçici veya kalıcı ilişkiler yaşıyor olması kadınlar için büyük bir sorun olmayabiliyor.  Ancak böyle bir çokeşlilik pratiğini sürdürmek sınıfsal konuma bağlı, çünkü bol kaynak gerektiriyor. Başakşehir’de kimlerin yaşadığı belli. Çoğu durumda ise, zina ilişkileri mevcut aile yapısının hızla çözülmesi, ve kadının doğrudan suiistimal edilmesi, zaman ve para gibi kaynakların başka tarafa yönlenmesi anlamına geliyor. Bu aşamada kadınlar sarsılıyor, tepki gösteriyor ve hemen şiddet eşlik etmeye başlıyor. Sibel Üresin gibi kadınlar böyle bir sosyal problemi gözlüyorlar ve “çok eşliliği yasallaştırıp zinayı suç yaparsak kuralları belirlenmiş bir çok eşlilik sistemi olur ve bu da kadınların lehine işler” diyorlar. Bu çok eşliliğin düzenlenmesi, zinanın yasaklanması talebi, kadınlardan karşılık bulabilir. Gelecek için böyle bir tehlike görüyorum.


''Cennet vaadiyle bizi kandırdı’ tezi toplu bir cinsel tezgah'


Çok eşlilik tartışmaları kamusallaşırken diğer yandan Bursa’da Dergah adlı bir evde marjinal bir tarikat liderinin eve gelen kadın ve erkeklerle ilişkiye girdiği medyaya yansıdı. Gerekçe olarak, “İlişkiye girmezsem müritlerim delirir” dedi. Bu Türkiye için yeni bir olgu mu yoksa var olanın ortaya çıkması mı?

Toplumun her kesiminde bu arada İslamcı çevrelerde de cinsel arayışlar artıyor. Başakşehir gibi yollarla bunu düzenlemeyen çevrelerde de başka tür yollar bulunuyor. Ancak İslami değerler bu açıdan çok karmaşık ve çelişkili ve travmatik biçimlerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Çünkü bir yandan İslam’ın bilinçaltında ciddi bir kadın düşmanlığı ve inkar siyaseti var. Muhteşem Yüzyıl dizisine yönelik İslamcı tepkilerde de görüldüğü üzere padişahların bir cinsel yaşamının olduğu bile inkar ediliyor. Öte yandan İslam’da cinsel zevke düşkünlük ve hatta kadınların bile cinsel zevkini tanıyan bir damar var. Bursa’daki tarikat olayında da dinsellik ile cinsellik arasında özgün ve sapkın görünen bir melezlenme oluşmuş. Gerçekten de tarikat lideri adamın söylediklerinde doğruluk var. Zikir, vecd ve erotik arzu bu şekillerde kolayca birleşebilir. Ben, “cennet vaadiyle bizi kandırdı” tezinin pek doğru olmadığını, toplu bir cinsel tezgah kurulduğunu düşünüyorum.

Cinsel riyakarlık kime yarıyor?

Cinsel riyakarlık elbette muhafazakarlıktan besleniyor ve ona yarıyor. Bu durum son olarak, MHP kasetleri olayında çok belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Başka olaylarda da ortaya çıkacak ve bunun yaşandığı her noktada AKP bundan daha reel politikalar geliştirmek amacıyla hem ahlakçılığı güçlendirerek hem kaçış pratiklerini mahkum edip dışlayarak durumu, kendi istedikleri aile modelini oluşturmak için kullanacak.


‘Türkiye zina realitesini tanımalı’



Gelecekte “yatak odası siyaseti”ne daha sık mı tanık olacağız?

Bence muhafazakarlık tam olarak öyle bir şey. “Türk aile değerleri” diye bir şeyin maddi bir gerçeklik olmadığı herkes tarafından biliniyor fakat kimse kamusal görünürlük kazanmasını istemiyor. Muhafazakar çevreler de böyle şeylerin açığa çıkmasından çok tedirgin oluyorlar ama açığa çıktığı her nokta ahlakçılık dozunu ve muhafazakarlık dozunu yükseltmek için zemin sağlıyor. Başbakan, seçim meydanlarında MHP kasetleri hakkında “Ne özel yaşamı! İnsanların kendi karısıyla olan özel yaşamdır onun dışındaki özel yaşam değildir” dedi. Nitekim MHP kasetlerinin ortaya çıkmasının kendisi böyle bir muhafazakar ortamdan beslendiği gibi kasetlerin ortaya çıktıktan sonra oluşan tartışma da muhafazakar bir biçimde ilerledi. Muhafazakarlık cinsel ahlak ve aile konularında söz söylemeye çok yetenekli.

MHP olayında daha liberal demokrat tavır ne yaptı: “Özel yaşamın gizliliği vardır, bu kasetlerin içeriğini konuşmayalım.” Ancak, bu çok zayıf bir pozisyon. Muhafazakar yatak odası siyasetine karşı özel hayatın gizliliği ilkesiyle karşı durulabileceğini düşünmüyorum. Muhafazakar söylemi doğrudan hedef alan farklı bir cinsel politika söyleminin öne çıkarılması gerektiğini düşünüyorum.

Alternatif söylem ne olabilir?

Bu kasetlerin içeriğinin ima ettiği sorunun feminist bir perspektifle tartışılması gerekir. Türkiye’de zina realitesinin tanınması gerekir. Herkes varsayılan Türk aile değerlerine uygun yaşıyormuş gibi bir hava estiriliyor. Muhafazakarlık gücünü bu riyakarlıktan alıyor. Örneğin feministler olarak kaset olaylarını bu realite üzerine konuşmak için kullanmamız gerekir. Zina realitesini konuşmak demek Türkiye'de aile realitesini konuşmak demek. Buradan yola çıkarak aile içindeki problemleri de tartışabiliriz. Farklı aile biçimlerinin varlığını, cinsel ve duygusal sefaleti ve şiddeti, ayrıca kaçış arzularını tartışabiliriz.


‘Kemalist romantizminin işlemediğini Baykal örneğinde gördük’


Muhafazakarlığa kıyasla Kemalist ideolojinin “romantik ve tek eşli” söylemi daha mı dürüst?

Oradaki romantizmin de işleyen bir şey olmadığı Deniz Baykal örneğinde görüldü. Başka nedenlerle de olsa seküler ailelerde de eş aldatma pratiklerinin yaygın olduğu düşünüyorum.


‘Siyasilerin itiraf etmeye cesareti yok’


Türkiye hiç bir zaman cinselliğine karşı dürüst olamadı mı?

Zina realitesi hiç tanınmadı. Deniz Baykal olayında da “komplo”ya sığındılar. Daha Avrupai bir kültürde örneğin Fransa'da bu çift kameraların karşısına geçip "Evet, bizim böyle bir ilişkimiz vardır ve bunun siyasi anlamı olduğunu düşünmüyoruz” der ama Türkiye'de sosyal demokratlar açısından da seküler aile değerleri açısında da böyle bir şeyin itirafı mümkün değil.

Avrupa’daki örneklere benzer şekilde Türkiye’de siyasilerin cinsel hayatlarına dair tabu yıkılsa ne olur? Neden korkuluyor?

Avrupa siyasi kültürüyle Amerika ve Türkiye arasında farklılıklar var. Türkiye'deki bu açıdan Amerika'ya benziyor. Orada da her olay patlak verdiğinde bu muhafazakar reflekslere yol açıyor ve çok sayıda siyasetçiyle ilgili skandal patlak veriyor. Fransa'da Mitterrand, İtalya'da Berlusconi örneklerinde görüyoruz ki bu çok büyük bir siyasi skandala yol açmadan tartışılabilir. Ama Türkiye öyle değil ve bundan sonra da böyle gidecek.

MHP olayında olduğu gibi, milliyetçi Türk ailesi söylemini kullanan bir partinin başkanlar kurulunun nerdeyse hepsinin bu tür bir aile düzeninde yaşamadıklarının ortaya çıkması örneğinde olduğu gibi siyasetçilerin özel yaşam ayrıntılarının ortaya serilmesi onlar açısından korkulacak bir durum. Bundan siyasi kariyerleri, seçim başarıları doğrudan etkileniyor. Kariyerleri anında sıfırlanabiliyor. Tersini yapmak, yani itiraf etmek ve kendini savunmak, Türkiye’de uzun yıllardır dayatılan, bizim soluduğumuz havaya çok aykırı bir şey söylemek olur. İkiyüzlülüğe, durumu kurtarmaya, “-mış” gibi yapmaya dayanan toplumsal normlara bir ciddi bir tehdit olarak anlaşılır. Kimsenin bunu yapmaya cesareti yok.