Gündem

Diyarbakırlı gazeteciler anlatıyor: Çocuk ölümü haberi verdiğin an iktidar karşıtısın

"Azadi TV’nin başında bir kadın var, DİHA muhabirinin silahı, fotoğraf makinesi

15 Şubat 2016 14:56

Haber Nöbeti / Diyarbakır

Geçen hafta Diyarbakır’a giden ikinci haber nöbeti ekibinde ben de vardım. “Orada meslektaşlarımız kurşunların hedefi olurken, birer birer tutuklanırken,  biz burada öylece oturamayız” diyerek başlattığımız dayanışma eylemini sahada deneyimlemek heyecan vericiydi. Aynı zamanda zor ve öğreticiydi.

Daha Diyarbakır’a gitmeden evvel, oradan gazeteci arkadaşım Remzi Budancir arayıp, söz almıştı benden; ilk günkü nöbetimi, Azadi TV için tutacaktım.  Daha önce hiç adını duymadığım bu televizyon kanalı nasıl bir yerdi ki acaba? Gittim gördüm, Kürt medyasının gayet başarılı bir mecrasıymış. Yeni içeriğiyle yayınına 6 ay önce başlamış. Saat başı haberlerin biri Türkçe yayınlanıyor, sonraki Kürtçe. Sahibi Diyarbakırlı bir işadamı; Remzi Öcal. Başta Kürtler olmak üzere, Ortadoğu’nun gündemini Türkiye’ye taşımayı hedefliyorlar. Irak’ta İran’da temsilcilik açma planları var.

 

‘Çocuk öldürüldü’ demek bile önemli

 

Tüm bunları bana anlatan kanalın koordinatörü, deneyimli gazeteci Nurhak Yılmaz. Azadi TV’de yaklaşık 30 çalışanın yarıdan fazlası da kadın. Kürt medyasının ağır gündemi bir yana, Azadi TV’nin ferah bir ortamı var.  

Yılmaz, Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) iktidar açısından iyi kurgulanmış bir araç olduğunu, tek bir kapatma cezasının bile televizyon için yüksek maliyet anlamına geldiğini o  nedenle çok dikkatli olduklarını, ancak yine de ilk uyarılarını aldıklarını söylüyor. Ancak ana akım medya o kadar sağır ve kör ve bölgedeki çıplak gerçek o kadar korkunç ki, bir medya kurumu için baskılara rağmen yapacak çok şey var.  Yılmaz “Bir çocuk, ölümü haberini verdiğin an iktidar karşıtı oluyorsun, çok basit bir şey yapıyoruz aslında ama önemli bir şey yapmış oluyoruz” diyor.

O gün, Azadi TV için başından vurularak öldürülen 16 yaşındaki Mahmut Bulak’ın cenazesini izliyorum. Kameraman Mehmet Şimşek’in etkili görüntüleri üzerine, muhabir arkadaşlarım Mehmet Cevizci ve Bahar Kılıçgedik’in destekleriyle, acemice de olsa “anons çekiyorum.” Birlikte yaptığımız bu işi seviyorum. 16 yaşında bir çocuğun toprağa verilişini, ailesinin acılı isyanını izlemenin yarattığı yürek çarpıntısı hâlâ beni bırakmış değil, o ayrı...

 

DİHA’da mesai 7.30’da başlıyor

 

İkinci gün nöbet yerim Dicle Haber Ajansı (DİHA). Mesai, burada 7.30’da başlıyor. Ben 10 dakika geç gittiğimde ilk  toplantı başlamış bile, 9.00’daki ikinci, gündem toplantısına katılıyorum.

Toplantıyı genç bir gazeteci olan Diyarbakır Bölge Haber Müdürü Dicle Müftüoğlu idare ediyor. Müftüğolu’nun Diyarbakır DİHA’ya gelişi, 34 insanın öldürüldüğü Roboski katliamının ardından, ana akım medyanın bunu 13 saat vermemesi ve İstanbul’da, hiç bir şey olmamış gibi yapılan yılbaşı kutlamaları üzerine olmuş. Müftüoğlu,“Benim için en ağır dönemdi” diyor. Toplantıda, hem güler yüzlü, hem de her şeye hakim bir havası var. Toplantıdaki 16 muhabirin çoğu ise daha 20’li yaşların başında. Gündeme sunulan başlıklardan bazıları, soruşturulan sağlık çalışanları, önceki gün eylem sırasında yaralanan gençler, bir önceki gün öldürülen Mahmut Bulak...

Ben yine Mahmut Bulak haberini seçiyorum. Aziz Oruç, Ruken Demir ve Devran Toptaş’la birlikte taziye evine gidiyoruz, aileyle görüşüyoruz. Amca “Bizim gibi binlerce aile var, hiç acı yaşamamız bir aile yok” diyor. Oruç, dönüş yolunda kendi hikayesini anlatıyor: Yakılan köyü, PKK saflarında hayatını kaybeden ablası, hâlâ dağlarda olan halası, kendisinin cezaevi günleri...

Aziz Oruç daha 34 yaşında. Gazeteciliği bir mücadele olarak görüyor. Bazen haberini yaptığı PKK’lılar “Sen de katıl aramıza” dediğinde, “benim silahım bu fotoğraf makinesi” diye yanıt veriyormuş.

 

Polisin karşısında, ülkücülerin arasında

 

Oruç, tüm eylemlerde tabii ki, polisin değil halkın yanından yapıyor çekimlerini. Hatta, bu yüzden yaşadığı çok ilginç bir hikaye var. Seçim kampanyası boyunca, farklı illerde HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ’ı izlemiş. Samsun’da Yüksekdağ’ın faaliyetleri sırasında da TOMA bir gruba müdahale edince, yine TOMA’nın müdahale rotasını izleyerek, haberin peşinde koşmuş.  Yine polisin karşısındaymış ama bu kez kendini bir anda ülkücülerin arasında bulmuş!

Oruç’la bir de rutin haber izledikten sonra büroya dönüyoruz. Sur’da dumanlar yükselirken, biz haberlerimizi yazmaya çalışıyoruz. Televizyonda hep açık olan Med Nûçe kanalında, Cizre’de çekildiği söylenen çıplak ölü kadın bedenleri var. Bu arada Oruç bana,  telefonundan, bir eylemde öldürülmüş kanlar içinde bir gencin fotoğrafını gösteriyor. Sabah, yaralılarla görüşmek üzere hastaneye giden muhabir geliyor, polisin notlarına el koyduğunu söylüyor. Başka bir gazeteciyle ilgili gelen haber “sadece gözaltı” olduğu için pek heyecan yaratmıyor.

Ben haberimi yazıp veriyorum. Benim olaylara bakışım ve haber dilim bambaşka, Diha’nınki bambaşka... Onların sunum yazısıyla birlikte, benim haberimde iki dil birleşmiş oluyor. Bu arada akşam saat 7’de protestolar var. Muhabirler  mahallelere dağılıyorlar. Can güvenliğinin zaten olmadığı Diyarbakır’da, böyle bir eylemi izlemek demek her an ölmeye hazır olmak demek. Haber takibindeki ekiplerden sadece birisinde araba var, o arabada da kurşun deliği... Ben havaalanına doğru yol alıyorum, onlar eylemlere doğru. Eylemde ne olduğunu, ertesi gün hep beraber Diha’nın muhabirlerinden öğreneceğiz.

 

İlgili Haberler