Ekonomi

Diyarbakır İş Kadınları Derneği Başkanı anlatıyor; Kürt kadınları daha işsiz

'Annesi yoksul olan kız çocukları kendilerinin de yoksul kalacağına inanmış'

27 Ağustos 2015 18:56

Diyarbakır İş Kadınları Derneği (DİKAD) Başkanı Reyhan AktarTürkiye'de nüfusun yarısını oluşturmasına rağmen iş gücüne katılımı hala yüzde 30'lar seviyesine bile ulaşamayan kadınların, özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki kadınların yaşadıkları sorunlar hakkında değerlendirmelerde bulundu. 

Yayın yönetmenliğini Veysi Polat'ın yaptığı Abori dergisine konuşan Reyhan Aktar, Türkiye'de üniversite mezunu kadınların yüzde 10-11 oranında olduğunu ve bunların yüzde 72-73'ünün istihdama katıldığını belirtti. Bölgede ise durumun çok daha karamsar olduğunu ifade eden Aktar, şunları söyledi:

"Bölge kadınlarımızda Kadercilik anlayışı çok baskın. Kadın olmayı kader bellediği gibi yoksulluğu da bu kaderin parçası olarak görmekte. Yani bu topraklarda kadının yoksullaşmasıyla beraber yoksulluğun kadınlaşması da söz konusu. Anneannesi, annesi yoksul olan kız çocukları kendilerinin de yoksul kalacağına inanmış, bunu en büyük cam tavanı yapmış durumda."

DİKAD Başkanı Reyhan Aktar'ın Abori dergisinden Aram Duran Ekin'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

 

 

 

 

Türkiye'de ve özellikle de bölgede kadınların iş gücüne katılımı hala çok yetersiz seviyelerde. DİKAD olarak siz bu sorunun çözümünü nerede görüyorsunuz?

Yaptığımız araştırma ve çalışmalarda kadınların istihdama katılımını en yüksek oranlı etkileyen faktörün eğitim olduğunu gördük. Bugün Türkiye genelinde yüksek öğrenim mezunu kadınların yüzde 72-73’ü istihdama katılmakta. Yalnız esas handikap yüksek öğrenim mezunu kadınların oranı yüzde 10-11 gibi çok düşük bir düzeyde. Hele ki bölgemize geldiğimizde bu oran çok daha vahim olmakta. Bunun en büyük sebebi Türkiye’de eğitimin hala maliyetli ve eğitim sisteminin kadınlara yönelik kolaylaştırıcılığının olmaması. Kadınlar her yaşta ve koşulda eğitim kanallarına ulaşabilmeli.

Eğitimin yanında kadınların birikim ve sermaye noktasında da sıkıntıları var öyle değil mi?

Kadınlar özellikle kariyeri ile aile kurması arasında zorluklar yaşıyor. Ayrıca ülkemizde kadınların mal varlığı, özellikle gayrimenkul düzeyinde çok düşük. İş dünyasının borçlanma sistemine, borçlanma sisteminin de teminatlar üzerine kurulu olması kadınları sermayedar olma konusunda zorluyor. Oysa bankalar da dahil olmak üzere yapılan araştırmalar, en çok geri dönen kredilerin kadın girişimcilere verilen krediler olduğunu gösteriyor. Devletin KOSGEB gibi teşvikleri de bankacılık sistemi gibi teminata bağlı olmamalı. Kadının iş planına, denetimine ve faturalarına bağlı olmalı. Öte yandan aynı yeteneğe sahip kadın ve erkek özellikle aile yaşamını kurdukları andan itibaren eşit koşullarda yarışamıyorlar. Bunun için özellikle Türkiye’de büyük firmalar, KOBİ’lere örnek olacak eşitlikçi çalışma sistemlerini oturtmalılar. İş yerlerinde kreşlerin bulunması, eşit işe eşit ücret anlayışı, bunların başında gelebilecek örnek uygulamalardandır.

Kadınların iş gücüne katılma oranı AB ülkelerinde ortalama yüzde 58 iken, bu oran Türkiye'de yüzde 27 gibi çok kötü bir düzeyde. Öte yandan Uluslararası Çalışma Örgütü Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu'na göre Türkiye, yüzde 11,1'lik kadın yönetim kurulu başkanı oranı ile Norveç'in ardından ikinci sırada yer alıyor. Bu tezat durumu neye bağlıyorsunuz?

Bir kere ilk defa güzel bir tezatlığımız olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de aile şirketlerinin diğer ülkelere oranla yaygınlığı, özellikle üst sınıf ailelerde geleneksel aile yapısının kırılması, kız çocuklarına olan güvenin artması ve kadınların kendilerini aile şirketlerinde ispatlama çabasının başarılı olması önemli etkenlerden. Kadınların en yoğun oldukları yönetici birimlerine bakınca karşımıza finans bölümü yöneticiliği, satış, insan kaynakları ve pazarlama yöneticilikleri çıkmakta. Bu da kadınların iletişim ve inandırıcılık konusunda başarılarını bir kez daha ortaya koymakta.

Bölgedeki siyasi dinamikler, kadın temsilini öne çıkaran bir özellik taşıyor. Siz genç bir işkadını ve STK başkanı olarak, özelde Diyarbakır'da genelde bölgede çalışan kadınların en önemli sorunlarını nasıl sıralıyorsunuz?

Bölgede kadın temsilinin öne çıkmasının, içinde bulunduğu çatışma süreciyle yakından ilgisi var. Bölgedeki Kürt hareketi "nasıl bir ülke istiyorum" sorusunu yanıtlamaya çalışırken, kadınlar da "nasıl bir ülkede yaşamak istiyorum" sorusunu daha çok sorguluyor, isteklerini eylemeye dönüştürüyor.

Öncelikli sorunlarımıza gelince; düşük eğitim düzeyi, sermayeye ulaşım, cam tavan sendromu ve çalışan kadınların hala çok yetersiz örgütlenmelerini sıralayabiliriz.

Eğitimin öneminden demin bahsettik yalnız bölgeden bahsetmişken bu sorunun bölgede daha enteresan bir sonucundan da bahsetmek gerek. Kürt dilinin kendini en çok eğitim göremeyen anneannelerde muhafaza ettiğini gördük. Kültürel geçişte asimilasyon en az onları etkilemiş ve kültürel akışın mimarı olmuşlar. Ama göç unsuruyla beraber bu handikabın en büyük acılarını da yine onlar çekmiş, ekonomik anlamda erkeklerden daha fazla sömürülmelerine sebep olmuş.

Yine bölge kadınlarımızda Türkiye’nin diğer bölgelerinden farklı olarak Kadercilik anlayışı çok baskın. Kadın olmayı kader bellediği gibi yoksulluğu da bu kaderin parçası olarak görmekte. Yani bu topraklarda kadının yoksullaşmasıyla beraber yoksulluğun kadınlaşması da söz konusu. Anneannesi, annesi yoksul olan kız çocukları kendilerinin de yoksul kalacağına inanmış, bunu en büyük cam tavanı yapmış durumda.

Türkiye ekonomisi hem Suriye, Irak, Mısır gibi ihracat pazarlarındaki kan kaybı hem de iç talepteki durgunluk nedeni ile büyümede iyi bir performans sergileyemiyor. Siz ekonomide 2015 için nasıl bir tablo çiziyorsunuz?

Ortadoğu’da yaşanan karışıklıkların, savaş halinin önümüzdeki yıllarda da devam edeceği görünüyor. İhracat için yeni pazar bulamayan, Avrupa ve Yakındoğu pazarına giremeyen ihracatçıyı daha da zorlaşacak günler bekliyor. 2015 yılı ekonomisinden bahsedebilmek tamamen siyasal konjonktürün nasıl yol belirleyeceği ile ilgili. Siyasal istikrar, ekonominin de istikrarını belirleyecektir. Şu an için her şey çok flu. Özellikle Amerika Merkez Bankası FED’in de 2008’den bu yana genişleme politikasıyla gelişmekte olan ülkelerde parasal bolluğu sağlama politikasının 2013’ten bu yana daraltılması, şimdi de en çok konuşulan ve beklenen faiz artışının sonbaharda gerçekleşmesi diğer gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye’yi de kötü yönde etkileyecektir.  Her ülkenin kriz algısı aynı olmamakta. Kimi ülke vatandaşları işsizlik verilerine, kimisi enflasyona karşı hassasken bizim ülke vatandaşımız da kötü tecrübelerinden ötürü doların değerine karşı hassas. Vatandaşın dolar üzerinden ihtiyatlı olma yaklaşımı piyasaları her zaman daha zor durumda bırakmıştır.

DİKAD'ın kadına şiddete karşı hazırladığı "Yüzümüze bakmaya yüzünüz olsun" afişleri çok konuşuldu. Yeni dönemde de bu tarz farkındalık projeleriniz olacak mı?

Elbette olacak. Şiddet unsuru maalesef her yönüyle çok parçalı bir sorun. Kadınların uğradığı şiddet iki ana başlıkla incelenmeli. Bunlar cinsiyet temeline dayananlar ve cinsiyetçilikten bağımsız uğranılan şiddet konularıdır. Bizler kadın örgütleri olarak özellikle cinsiyet temelli uygulanan şiddet üzerinde yoğunlaşmaktayız. Çünkü cinsiyetçilik; ayrımcılık biçimlerinden çok daha köklü, yaygın, ekonomik sistemlerdeki üretim tarzlarının uzantısı ya da sonucu değillerdir.  Bu temelde karşı karşıya kaldığımız en önemli unsur; kadının kendine yönelik şiddetin kışkırtıcısı olduğu kanısıyla kadının bir kez daha mağdur edilmesidir. Erkeğin uyguladığı şiddet karşısında; kadın ya olaya yol açmıştır, adamı kızdırmıştır, tahrik etmiştir, ya da en azından alttan alıp olayı engelleme görevini yerine getirmemiştir algısıyla mücadele etme çabasındayız. Ve ne yazık ki bu algı cinsiyet ayrımı gözetmeksizin toplumun tüm bileşenlerinde en yaygın olan algıdır. İlk farkındalık çalışmamız şiddetin öznesi niteliğindeki erkeklere yönelik oldu. Diğer çalışmamızda kadın şiddetine referans gösterilen toplumsal unsurları hedeflemekteyiz. Şu an bunun üzerinde yoğunlaşmış durumdayız.