Gündem

Cumhuriyet yazarlarına Charlie Hebdo davasının gerekçeli kararından: Peygamber resmedilmez!

Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan 2'şer yıl hapse mahkum edildi

29 Mayıs 2016 12:18

Cumhuriyet gazetesi yazarları Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan hakkında verilen 2 yıl hapis cezasının gerekçesinde  “Unutulmamalıdır ki, hakimler sadece hukuka ve vicdana uygun karar vermezler” cümlesi de yer aldı. Gerekçeli karardaki bu cümle, akıllara “Hâkimler, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler” ifadesinin yer aldığı, anayasanın 138. maddesini getirdi. Gerekçeli karardaki “Bu mantıkla içinde yaşanılan toplumda İslam peygamberinin resminin görüntüsünün olmaması, bunun belli dinsel dayanaklarının mevcut olması ve Müslümanlar tarafından bunun genel kabul gören mutlak doğrulardan biri olarak hem kabul edilmesi hem de bu doğru çerçevesinde eylemli olarak yaşanıyor olması, mahkememiz tarafından dikkate alınmıştır”  ifadesi dikkat çekti.

Cumhuriyet muhabiri Kemal Göktaş, Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan hakkındaki gerekçeli kararı yorumladı.

Kemal Göktaş'ın Cumhuriyet'te yayımlanan analizi şöyle:

Hatırlatmak gerekirse, mahkeme, IŞİD saldırısı sonucu 12 kişinin hayatını kaybettiği Fransız Charlie Hebdo mizah dergisinin çizdiği ve Hz. Muhammed’in tasvir edildiği iddia edilen karikatürleri köşelerine taşıyan Çetinkaya ve Karan’ı 2’şer yıl hapis cezasına çarptırmıştı.

Teorik olarak mahkemelerin verdikleri kararlara ilişkin gerekçeleri, tez (iddia), anti-tez (savunma) ve yargılamaya ilişkin analizin yer aldığı (sentez) metinler olur. Çetinkaya-Karan kararı ise savunmayı ters yüz eden ve iddiaların da ötesine geçen, tez ve anti-tez dışında konumlanan, “kurucu bir metin” olarak karşımıza çıkıyor. Metnin kurucu özelliği, doğası gereği “hukuksal” bir dil olması gereken gerekçeli kararı siyasal-toplumsal ve dini bir zemine oturtuyor.

Hakim de kararını geçerli hukuk düzeni dışında bir zeminde verdiğini “Unutulmamalıdır ki, hakimler sadece hukuka ve vicdana uygun karar vermezler” cümlesiyle ifade ediyor. Oysa Anayasa’ya göre, “Hâkimler, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler” (Madde 138) Emredici Anayasal hükmü “sadece” sözcüğüyle aşan hakime göre, hukuk ve vicdan dışında “neye uygun” karar verileceği ise “Hiçbir hakimin içinde yaşadığı toplumdan koparak farklı hareket etme hakkı ve lüksü yoktur” cümlesiyle ifade ediliyor. Gerekçeli karardaki “Bu mantıkla içinde yaşanılan toplumda İslam peygamberinin resminin görüntüsünün olmaması, bunun belli dinsel dayanaklarının mevcut olması ve Müslümanlar tarafından bunun genel kabul gören mutlak doğrulardan biri olarak hem kabul edilmesi hem de bu doğru çerçevesinde eylemli olarak yaşanıyor olması, mahkememiz tarafından dikkate alınmıştır” cümleleri referansı açık biçimde işaret ediyor: Müslüman çoğunluğun inanışı, yani şeriat.

 

‘Sözde’ bile değil

 

Hakim, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bilirkişi görüşü alınmamasını eleştiren “şikayetçilere” yanıt verirken de şer’i hukuka göre karar verebilmek için buna gerek olmadığını, mahkemenin bizzat bunu yapabileceğini şöyle savunuyor:

“Mahkememiz, içinde yaşanılan toplumda büyük kesimi oluşturan İslami dinsel topluluğunun inançlarına, doğrularına saygı duymakla yükümlü olup, bu realiteyi de görebilecek yeterliliktedir.”

Hakimin hareket noktası İslam inancının belli bir yorumu olunca dinsel değerlendirmelerle sonuca ulaşılması da doğal hale geliyor. Bu yüzden hakim “Müslüman” olduğunu belirtme ihtiyacı duyuyor. Hz. Muhammed’den söz ederken “Peygamberimiz” ifadesini kullanması, müştekilerin davaya katılma talebini kabul ederken “Müslüman” olma ölçütünü dikkate alan hakim için “tarafsızlığın” sözde bile kendisine yer bulamadığını gösteriyor. Böylece hakim, kararına temel olan “inanış” açısından, sanıkların karşısında ve müştekilerin tarafında bir konumda olduğunu gizleme ihtiyacı bile duymuyor.

 

‘İyi niyetli’ katliamcı

Gerekçeli kararda, dinsel/mezhepsel kılıflı Zirve Yayınevi, Sivas, Maraş, Asteğmen Kubilay, Rahip Santoro cinayetleri tek tek sayılıyor ve “ani toplumsal tepki” diye nitelenerek temize çıkarılıyor ve üstüne bunları yapanların “iyi niyetli” olduğu belirtilerek katliam savunusuna bir adım yaklaşılıyor:

“Bunlar ve daha örneksenecek birçok olay, dinsel saikle ve din adına yapanlar tarafından iyi niyetli olarak yapıldığına inanıldığı şekli ile yaşanan olaylardır.” Hakimin, şer’i hukuk referansıyla kaleme aldığı kararda, Sivas katliamını anlatırken Aziz Nesin izin “ateist olduğunu gizlemeyen yazar” nitelemesini kullanılıyor. Böylece hakim, ateistliği “olmaması gereken- gizlenmesi gereken” bir hal olarak gördüğünü söylemiş oluyor. Sivas katliamına ilişkin “Aziz Nesin bu olaydan kurtulmuştur” hatırlatması da bir hayıflanmayı akla getirecek biçimde metinde kendine yer buluyor.

Bu haliyle Karan-Çetinkaya davasında mahkemenin verdiği karar, hakimin de yer yer açıkça belirttiği üzere, “Anayasa, hukuk ve vicdan” temelinde değil, “toplumun çoğunluğunun inanışı” ifadesiyle perdelenmeye çalışılarak “şeriata” göre verilmiştir. Yani, dinsel inanışların “hukuk normu” yerine geçtiği, laik hukuk yerine “şeri” bir hukukun referanslarıyla karar verilen bir metin ve mahkeme kararı ile karşı karşıyayız. Birçok mahkeme kararında uç veren bu yaklaşımın giderek yaygınlaşmaya başlayacağından şüphe etmemek gerekir.

İlgili Haberler