Gündem

Cübbeli'den Karaman'a: Beni fazla adam yerine koydun, adam yerine koyup bu kadar cevap verme, yazık

‘Köşeni bana ayırıyorsun millet öbür ilimlerden mahrum oluyor. Benle ne uğraşıyorsun’

24 Ocak 2015 11:13

Bir süredir yaşadıkları polemiğin kaynağı olan “Polemik değil diyalog” kitabının yazarı, ilahiyatçı Hayrettin Karaman’a cevap veren Ahmet Mahmut Ünlü, “Hayrettin Karaman yazıp duruyormuş benim hakkımda. Evvelce adam yerine koymadığından adımı hiç anmadı. Şimdi adım piyasaya çok çıktığından adımı anmaya mecbur oldu. Bu çok önemli bir şey. Çünkü biz mektepli değiliz. İmam hatipli, ilahiyatçı değiliz ya onlar da hocaların hocası olduğu için bizi adam yerine koymadıklarından cevap bile verme lüzumu görmedi. Ama şimdi de abone oldu. Sıralı cevap veriyor” dedi.

Kamuoyunda Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, “Mübarek senelerce adam yerine koymadın şimdi de fazla adam yerine koydun. Ben o kadar fazla bir adam değilim yani. Beni adam yerine koyup bu kadar cevap verme yazık. Sen ne kadar ilimler yayıyorsun millete. Yeni Şafak gazetesi hidayet kaynağı olmuş. Sen şimdi orada köşeni bana ayırıyorsun millet öbür ilimlerden mahrum oluyor. Benle ne uğraşıyorsun” diye konuştu.

Ünlü, yazısında "Siz ne kadar beğenseniz de ben kendimi hiç beğenmem. Bana da kendimi beğendiremezsiniz. Çünkü beni benden iyi bilemezsiniz" ifadelerine yer verdi.

Ahmet Mahmut Ünlü’nün Vahdet gazetesinin bugünkü (24 Ocak 2015) nüshasında yayımlanan, “Ben niye yalancı oluyorum?” başlıklı yazısı şöyle:

 

'Ben niye yalancı oluyorum?'

 

Hayrettin Karaman köşe yazısında bana fasık, facir demiş. Ben senin “polemik değil diyalog” isimli kitabındaki görüşlerine reddiye yazdım. Sen bu kitaptaki görüşleri tekzip etmiyorsan ben niye yalancı oluyorum arkadaş.

Hayrettin Karaman yazıp duruyormuş benim hakkımda. Evvelce adam yerine koymadığından adımı hiç anmadı. Şimdi adım piyasaya çok çıktığından adımı anmaya mecbur oldu. Bu çok önemli bir şey. Çünkü biz mektepli değiliz. İmam hatipli, ilahiyatçı değiliz ya onlar da hocaların hocası olduğu için bizi adam yerine koymadıklarından cevap bile verme lüzumu görmedi. Ama şimdi de abone oldu. Sıralı cevap veriyor. Mübarek senelerce adam yerine koymadın şimdi de fazla adam yerine koydun. Ben o kadar fazla bir adam değilim yani. Beni adam yerine koyup bu kadar cevap verme yazık. Sen ne kadar ilimler yayıyorsun millete. Yeni Şafak gazetesi hidayet kaynağı olmuş. Sen şimdi orada köşeni bana ayırıyorsun millet öbür ilimlerden mahrum oluyor. Benle ne uğraşıyorsun.

 

Doğruluk beni kurtaracak

 

Benim geçen sohbeti çözüm yapmış. O sohbetteki konuşmaları daha bizimkiler yapamadı. Çözüm yapıp, gazeteye koymuş hoca efendi. “Yalan cübbeye de girse yalandır” demiş. Bu ara bana yalancı ve fasık deyip duruyor. Hayatta en uzak olduğum şey yalandır. Bana “En önemli vasfını söyle” dense “Sadakat ve dürüstlük” derim. Aleyhime de olsa doğruluktan hiç ayrılmadım. Ne mahkemede, ne de başka bir yerde aleyhime de olsa doğru konuştum. Çünkü biliyorum ki sonunda doğruluk beni kurtaracak. Ama bana yalancı diyor. Kısaca bu yalancılığı bir anlayalım. Sonra fasık da diyor. Zaten fasık, facir aynı tabir.

Fasık büyük günahları alenen işleyen demek. Milletin ortasında alenen içki içen gibi. Kebair günahları alenen, cihâran, cehran işleyenlere söyleniyor. Fasık ile facir eş değerlidir mana bakımından. Ama fasığın kâfir manası da var. Onu kastetmediğini düşünüyorum. Bozuk adam manasında. Bir adam alenen yalan konuşuyorsa zaten fasıktır. Yalancı deyince fasık demesi de çok yadırganmaz. Çünkü yalancıysa bir adam otomatikman fasık oluyor.

 

Ben kendimi hiç beğenmem

 

Siz ne kadar beğenseniz de ben kendimi hiç beğenmem. Bana da kendimi beğendiremezsiniz. Çünkü beni benden iyi bilemezsiniz. Hadis-i şerifte “Allah-u Teâlâ bu dini facir adamlarla da teyit eder.” (Buhârî, Cihâd:178, no:2897, 3/1114) buyruluyor. Yani destekler. Bazen bakarsın bir sürü adamın hidayetine vesile olmuş. Namaza başlatmış, on binleri, yüz binleri döndürmüş. Bu adam facir olabilir mi? Hadis-i şerife göre bu onun facir olmadığı anlamına gelmez.

Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) bu hadis-i şerifi okuduktan sonra “Ben kendimi facir görüyorum, zaten hadiste ‘Allah facirle de dini destekler’ buyrulduğu için işte o facir adam benim.” diyor. Tabi tasavvufun reisi, efendisi. İslam’a çok hizmeti olmuş. Tabi ki bu onu tevazu olarak söylüyor.

 

‘Facir deme’

 

Efendi Hazretleri’ne bir gün: “Cüenyd-i Bağdadi belli ki tevazu yapıyor. Ama ben hakikaten facir durumdayım. Ama benden fayda da oluyor millete. Namaza başlayan, itikadı düzelen binler, on binler oluyor.” dedim. Mahmud Efendi Hazretleri: “Kendine facir deme. Ben seni facir, fasık olarak görmüyorum. Bir yanlışını da görmüyorum.” dedi.

 

Şahitliğine itibar edilmez

 

Sen şimdi bana facir, fasık diyorsun ama burada da Mahmud Efendi Hazretleri gibi bir zat var. Onun dediği mi muteber, senin dediğin mi muteber?! Allah indinde senin şahitliğin mi geçerli, onun şahitliği mi geçerli? Sen beni ne kadar tanıyorsun, o beni ne kadar tanıyor. Benim babamın nikâhını bile o kıymış. O zaman burada sen şahitliğine itibar edilecek bir konumda değilsin kusura bakma. Hiç tanışmıyoruz çünkü. Ama sen şimdi bana yalancı diyorsun.

Niye yalancı diyor? Diyor ki “Alıntı yaptığın kitap benim kalemimden çıkmış değildir.” Polemik değil diyalog kitabından bahsediyor. “Senin ve başkalarının iftiralarına cevap verdiğim bir kitap yazdım (yazacağım değil, yazdım)” diyor. Bundan evvelki yazısında yakında çıkacak diye okudum ben. Şimdi de yazdım diyor. “Üç yıl önce yayınladım, yakında ikinci baskısı da çıkacak.” diyor. Üç yıl önce yayınladın ama yine ben sana reddiye yazdıktan sonra. Ben ne isterdim. O kitapta sana ait olmayan laflar yazıldıysa ben reddiye yapmadan senin o kitaba tekzip yapman lazımdı. Üç yıl önce diyorsun. Üç yıl beni kurtarmadı. Ben hapse girip çıktığım zaman zaten üç yılı geçti. Ben sana bu reddiyeyi hapse girmeden evvel yazdım.

O zaman senin yayınladığın benim reddiyemden sonra. Ne zaman ki millet “Ya hu bu ne biçim laflar söylemiş.” diye senin hakkında acabalara düştü, sen de kalktın bu kitabı yazdın. Halbuki hemen “Polemik değil diyalog kitabında benim demediğim laflar yayınlandı.” şeklinde tekzip yayınlaman lazımdı.

 

Âlim ise tövbe yetmez

 

Çünkü Allah-u Teâlâ âlimlerin tövbesini beyan sadedindeki ayet-i kerimede “Görüşünden tövbe edenler âlim ise tövbe etmek yetmez. Bozduğu itikatları düzeltecekler.” (Bakara Sûresi:160) diyor. Ama “Ben zaten bozmadım” diyorsan “O zaman hakkı beyan edecekler.” (Bakara Sûresi:160) buyruluyor. Yani senin hemen “Buradaki sözler benim görüşlerim değil. Yanlış aktarımlar olmuş. İleri, geri anlaşılmalar olmuş.” demen lazım. Kendi “Yanlış anlaşılmalara müsait.” diyor. Sen bunu reddetmeyince, bu kitap da piyasada dolaşınca, ben de bunu okuyunca sana telefon edip de “Bu görüşler sana ait mi, değil mi?” diye soracak halim yok. Kitap piyasada alenen basıldı, satıldı.

Sen her gün gazetede köşesi olan bir adamsın. Böyle bir adam dünyadan haberi olan bir adamdır. Sen dağda, bayırda, köydeki bir hoca değilsin ki. Her şeye vakıfsın. Hemen buna cevap verecek hakkın var. Senin köşe yazın senelerdir devam ediyor. O köşede “Bu kitapta ileri-geri laflar var.” deseydin biz şimdi bunları konuşmak zorunda kalmazdık. Ama sen din için mi buradan döndün? Yoksa başka nedenle mi döndün? O da ayrı bir şey.

Çünkü Abant Toplantıları’nda başköşedeydin.

 

Köprüler yıkıldı

 

Ve Abant Toplantıları’ndaki diyalogcular “Fetvayı Karaman Hoca’dan alın. Ne fetva sorarsanız en iyi hoca o.” diyorlardı. Şimdi ne oldu? Köprüler yıkıldı altından çok sular aktı. Şimdi bu adamlar “Aman Karaman Hoca’ya fetva sormayın. O fakih-i facir.” diyorlar. Aynı bu tabirle haberlerde çıktı. Şimdi aynı adamlar sana facir demeye başladı. Onlara sana niye facir diyor ben onu bilmiyorum. Bu lafın sana dendiğini ben haberlerden anlıyorum. Karıştırırsam daha çok şeyler çıkacak. Onun için karıştırmıyorum.

Şimdi burada bir insan diyaloğun yanlışını anlayınca hemen tövbe edip, ifsahı ıslah edip ve bir köşe yazında hemen bunu beyan etmeliydin. Biz de rahat rahat hareket ederdik. 

 

Yaz bakalım

 

Bana hitaben şöyle yazmış: “Benim bu konudaki düşüncemi ve inancımı bilmek istiyorsanız bu kitabımı okuyun. Peki, bu ifademden ‘Ben şimdiye kadar yazdıklarımdan rücu ediyorum, bunlar yanlış, bundan sonra bir kitap yazacağım, eskilere değil, buna itibar edin’ şeklinde bir mana çıkarmak mümkün müdür? Elbette değildir. ‘Yahudiler cennete girer diyor’ dedi yalanladım. ‘Ashaba saygısı sevgisi yok’ dedi, yalanladım. Benim ehl-i beyte ve ashaba sevgim ve saygım var, konumuz genel olarak ashab değil, özel olarak Muaviye’dir ve yakında bir daha yazacağım.”

Sanki Muaviye (Radıyallâhu Anh) mektepten arkadaşı. Yaz durmadan yaz. Sahabenin aleyhine yaz bakalım. Muaviye sanki sahabeden değil. Böyle bir şey olur mu?!

 

‘Buna yazdırmayın’

 

Bu mesele de Mahmud Efendi Hazretleri Yeni Şafak’ın sahibi Ahmet Albayrak’a telefon etti.

 “Cübbeli böyle şeyler anlattı bana, ben bunları kabul ettim.” dedi. O da “Belki Cübbeli yanlış anlamış olabilir. Bu adam iyi hocadır, böyle şey yapmaz.” dedi. Efendi Hazretleri “Ahmet yanlış anlamaz.

Burada sıkıntılı yazılar çıkıyor. Buna yazdırmayın.” dedi. Bizzat benim yanımda telefon etti. Muhammet Keskin hoca da şahit. Ama itibar etmediler Efendi Hazretleri’ne. Devam ediyorlar yazdırmaya.

Bana en önemli vasfını söyle dense sadakat ve dürüstlük derim.

Aleyhime de olsa doğruluktan hiç ayrılmadım. Ne mahkeme de ne de başka bir yerde aleyhime de olsa doğru konuştum.

Abant Toplantıları’ndaki diyalogcular “Fetvayı Karaman Hoca’dan alın. Ne fetva sorarsanız en iyi hoca o.” diyorlardı. Şimdi ne oldu?

 

Ahirette de atış serbest!

 

Şimdi “Bir daha yazacağım Muaviye’nin aleyhine” diyor bakın. Yaz bana ne. Atış serbest. Ahirette de atış serbest. Herkes bir yere atılacak. Beni alakadar eden bir şey yok burada. Ben hakkı beyan ederim. Biz sağ iken sahabeye hakaret ettirmeyeceğiz. Bitti!

 “Ne severim, ne söverim.” diyor. O senin çocuğun muydu? Senin oyuncağın mıydı? “Ne severim, ne söverim” dediğin adamlar hakkında ayet ve hadis olan adamlar. Hakkında ayet ve hadis olan adamlara senin elastik sözler kullanman doğru mu?! “Peygamber sövmeyin dedi. Onun için sövmem.” diyorsun. Peygamberin sövmeyin demesinden ne anlaşılıyor? Sahabeden olduğunu kabul ediyorsun. Demek ki dinden çıktığını düşünmüyorsun. Sahabeliğinin bozulması için ne lazımdı? Mürted olsa dinden çıkan sahabe olmaz. Madem ki “Sövmeyin dedi.” diyorsun, buradan anlaşılıyor ki sahabe olduğunu kabul ediyorsun. Çünkü mürted olsaydı söv istediğin kadar ben de bir şey demezdim. Rasûlüllâh (Sal­lâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Sahabemi seven beni sevdiği için onları sevmiştir.” buyuruyor. (Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no:20578, 34/185; İbnü Hibbân, es-Sahîh, no:7256, 16/244)

 

Müslüman Müslümanı nasıl sevmez?  

 

Diyorsun ki “Peygamber sevgisiyle, ehli-i beyt sevgisiyle, Muaviye sevgisi bir kalpte birleşmez.” Yahu nasıl birleşmez. Rasûlüllâh (Sal­lâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu sevmiyor muydu?! Sahabesi değil miydi?! Kâtibi, yazıcısı değil miydi?! Rasûlüllâh (Sal­lâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu münafık olduğunu bile bile idare mi etti, kâtip mi yaptı yani? Rasûlüllâh (Sal­lâllâhu Aleyhi ve Sellem)in onu sevdiği açık. Rasûlüllâh (Sal­lâllâhu Aleyhi ve Sellem) hangi ümmetine kin tutmuştur?! Hangi ümmetini sevmemiştir?! Hangi sahabesine buğz etmiştir?! Haşa! Rasûlüllâh (Sal­lâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanına yaklaşmayan huylar, kin tutmaması ve buğz etmemesidir. Bir Müslümana buğz eder mi?! Bize “Buğz etmeyin.” diye hadisler buyuruyor. Ee buğz etmiyorsa seviyordur. Nasıl sevmez Müslüman, Müslümanı? “Birbirinizi sevin, kardeş olun.” buyuruyor. Hal böyle olunca Rasûlüllâh (Sal­lâllâhu Aleyhi ve Sellem) hem ehli beytini, hem de diğer sahabesini seviyordu.

 

Ben de  40 yıldır  konuşuyorum

 

Hayrettin Karaman “Ben 50 yıldır yazıyorum.” diyor. Ben de 40 yıldır konuşuyorum hoca efendi. “Kitaplarım ve yazılarım senin boyunu aşmıştır.” diyor bana. Ama tehlikeli bir boyutu aşmış işte o. Tehlike daha büyüdü hangisini düzelteceğiz şimdi? “Kitaplarımdan ve yazılarımdan rücu etmiş değilim.” diyor. Yani görüşlerim aynıdır diyor. “Bir veya birkaç meselede hata ettiğim sabit olursa” ne kadar münezzeh ki bir veya birkaç. Elli senede bir veya birkaç. Bu durumda İmam-ı Azam senden fazla hata etmiştir hoca efendi. İkiyi, üçü geçirtmiyorsun maşallah. Ne kadar masum imişsin. Bu ne kadar acayip bir şey ya. Bir veya birkaç nasıl dersin? Hayatın boyunca fetva veriyorsun. Yanlış verebilirsin. “Hata ettiğim sabit olursa ondan elbette rücu ederim.” Ettim de demiyor. Olursa diyor. Yani siz benim kitaplarımı karıştırın diye bize büyük bir vazife vermiş oldu. Karıştıracağız artık. Kitaplara tek tek bakacağız ne yapmış? Ondan sonra “İctihadda hatanın da sevabı vardır.” diyor. Vay hoca efendi sen müçtehit olup hata yapınca sevap var, Muaviye (Radıyallâhu Anh)ın hatada sevabı yok. Ve senin sevgini hak etmiyor değil mi? Sen müçtehitsin ve hatada sevabın var. Sahabe hata etse sevap yok. Görüyorsunuz iddiayı kabak gibi ortada şu an. Arkadaş daha ne yapayım. Balkabağı mı bulayım artık napayım?

 

Biz bundan ancak memnun oluruz

 

 “Diyalog ve Necat Tartışmaları” isimli kitabımı, madem bu konuda konuşuyor ve yazıyorsun, yalan ve iftira ile kul hakkına girmemek için okumaya mecbursun.” diyor. Ben de hakikaten okuyacağım. Çünkü bu kitap bende yok. Adını da bilmiyordum. “Diyalog ve Necat Tartışmaları” adını da tartışmaları niye koydu biliyor musunuz? Öbür görüşleri de koyduğu zaman “Kardeşim zaten adı tartışma bunun. O da var, bu da var.” diyecek. Peki, sen hangi görüştesin hoca efendi? Ben bunu merak ediyorum. İstediğin platformda da karşına çıkmaya hazırım. Hiçbir şeyden de çekinmiyorum. Ancak sen eğer “Yahudi ve Hristiyan cennete gitmeyecek, Müslüman olmak şarttır.” diyorsan biz bundan ancak memnun oluruz. 

 

Hayrettin Karaman ne yazmıştı?

 

Ahmet Mahmut Ünlü'nün bugün cevap verdiği, Hayrettin Karaman'ın Yeni Şafak gazetesinin 22 Ocak 2015 nüshalı sayısında yayımlanan, "Yalan cüppeye de girse yalandır" başlıklı yazısı şöyle:

Yalancı hangi kılığa girerse girsin fasıktır, sözüne ve tanıklığına itibar edilmez.

Yalancı diyor ki:

“E şimdi Hayrettin Karaman da ne demeye başladı, ‘Onlar alıntı, malıntı orada yanlış şeyler anlaşılabilir. O yanlış anlamaya müsait falan falan. Ne olacak? Yeni kitap çıkarıyorum, ona bakın. Öbürlerini sahiplenmiyorum, yeni kitabı sahipleniyorum. Gelmişsin 80 yaşına, gerinin tümünü reddediyorsun! Vah demek ki seni bu seneye kadar seyredenlere, vah seni izleyenlere!  ...şimdi yeni kitap çıkacak!’ Vay seni uyanık, ne derler ona, tatlısu kurnazı mı? Hem yeni kitabı sattıracak. Biz de avanaktık. Sakın ha, ben okuyacağım, durumu ben size arz ederim. Bizi de buldu enayi...”

Peki bu yalanı benim hangi ifademi çarpıtarak söylüyor?

Yalanlarına cevap verdiğim yazılarımda mealen şöyle demiştim: “Alıntı yaptığın kitap benim kalemimden çıkmış değildir. Senin ve başkalarının iftiralarına  cevap verdiğim bir kitap yazdım (yazacağım değil, yazdım), üç yıl önce yayınladım, yakında ikinci baskısı da çıkacak. Benim bu konudaki düşüncemi ve inancımı bilmek istiyorsanız bu kitabımı okuyun.”

Peki bu ifademden “Ben şimdiye kadar yazdıklarımdan rücu ediyorum, bunlar yanlış, bundan sonra bir kitap yazacağım, eskilere değil, buna itibar edin” şeklinde bir mana çıkarmak mümkün müdür?

Elbette değildir.

Daha önce de “kitap toplattı” dedi yalanladım.

“Yahudiler cennete girer diyor” dedi yalanladım.

“Ashaba saygısı sevisi yok...” dedi, yalanladım; benim  ehl-i beyte ve ashaba sevgim ve saygım var, konumuz genel olarak ashab değil, özel olarak Muaviye’dir ve yakında bir daha yazacağım.

Durmadan yalan söylüyor, iftira ve hakaret ediyor.

Madem kendine avanak diyorsun öyleyse dinle:

Ben elli yıldır yazıyorum, kitaplarım ve yazılarım senin boyunu aşmıştır, kitaplarımdan ve yazılarımdan  rücu etmiş değilim; bir veya birkaç meselede hata ettiğim sabit olursa ondan elbette rücu ederim, ictihadda hatanın da sevabı vardır. Avanak olmayanlar bu kitapları  ve yazılarımı  okuyor ve takdir ediyorlar. Sen ise adını andığım “Diyalog ve Necat Tartışmaları”  isimli kitabımı, madem bu konuda konuşuyor ve yazıyorsun,  yalan ve iftira ile kul hakkına girmemek için okumaya mecbursun.

Aslında bu zavallı, bayağı ve edep dışı sözlere reddiye yazmak da züldür, ama yalana yalan, iftiraya iftira demek zarureti var.

Yalancının konuşması Timetürk’te yayınlanmıştı, oradan aldığım iki yorumla bitiriyorum:

“Cübbeli Hoca neden özellikle H. Karaman Hoca'ya saldırıyor? Batıl düşüncelerin asıl sahipleri Z. Beyaz, Yasar Nuri, Paralelciler dururken neden H. Karaman. Bazı medya organlarını arkasına alarak sahih yolda yürüyen Müslüman alimlere iftira atarak fitne fitilini ateşliyor. Bu cübbeli gelecekteki II. Vaiz vak’ası olacak gibi görünüyor. Alimleri karalayıp saldırırken ağzından salyalar akıyor. Ehli Sünnet ve vahdet ismi altında fitne ve fesat peşinde. Mahmut Hocaefendi’ye kurban olasıca.” (Murat Akın).

“Anlaşılan siz Cubbelicisiniz. Arkadaşımız Hayrettin Karaman bir alimdir. Cübbeli ise bir sofidir. Yani alim değil menkıbelerle yaşayan bir adamdır. Durmadan adamı önplana çıkarmanız sadece sizi küçültüyor. Bence vazgeçin bu politikanızdan. Şu şöyle demiş, bu böyle demiş... Siz haberlerinizle uğraşın. Hayrettin Karaman ile Cübbeli'yi karşılaştırmanız dahi sizin zavallılığınızın göstergesidir.” (Fikret Akın).