Kültür-Sanat

Costa Gavras: Sanatçıların barış sürecini desteklemeleri çok önemli

Bu yıl 32’ncisi düzenlenen İstanbul Film Festivali’ne katılan ünlü yönetmen Costa Gavras, “Barış Süreci” için “Başarıya ulaşmasını umut ediyorum. Sanatçıların bu sürece katkı vermeleri ve desteklemeleri çok önemli” diyor

08 Nisan 2013 10:31

Vecdi Sayar

(Taraf - 8 Nisan 2013)

 

Sanatçıların barışa katkısı çok önemli

 

Costa Gavras’la, Atlas Sineması’nın fuayesinde oturup söyleşmek heyecan verici. Otuz iki yıl önceki anılar tazeliğini hiç yitirmemiş... Sicilya’da bir festivalde tanışmıştık; Missing ve Yol’un ortak zaferi ile sonuçlanan Cannes Festivali’nin ardından. Yılmaz Güney’in İtalya’ya girişine izin verilmemiş. Yol’u izliyoruz ama, Yılmaz’la karşılaşmak kısmet olmuyor. Costa Gavras, filminin sunumunu yapıp, ertesi sabah erkenden ayrılacağını söylüyor. Paris’te konuşmak üzere sözleşiyoruz... Sinematek’teki buluşmamızın ilk dakikasında, ilginç bir anı aktarıyor : “Biliyor musun, Paris’e dönerken ne geldi başıma. Sabah çok erken, beni uçağa yetiştirecek otomobile binerken, festival yöneticileri bir ricada bulunuyor: “Apandisit krizi tutan bir Türk’ü arabanıza alabilir miyiz. Uçağa yetişmesi gerek”... “Elbette dedim. Ama, sonra ne oldu biliyor musun? Şiddetli sancıların arasında, seni soruşturuyordu: Türk Sinematek’i Yönetmenini tanıyor musun? Yılmaz Güney’le buluşmaya mı geldi?... Adamın polis olduğu o kadar belliydi ki” derken kahkahlar atıyor. O an, kuşkularımın yersiz olmadığını anlıyorum. Festivale gelir gelmez, kahvaltıda masama damlayan, elinde tenis raketi, üstünde tenis kostümleriyle bir Türk iş adamı... Tesadüfen orada bulunduğunu söylüyor ve hemen soruyor : Yılmaz Güney’le buluşmaya geldiniz, değil mi?”

 

Tarihsel suçlardan günümüzün sorunlarına

 

Yaşamı boyunca, siyasetten hiç kopmadı Costa-Gavras. Çocukluk yıllarında, Yunanistan’daki diktatörlüğün solculara yönelik baskılarından payını aldı. Solcu babası yüzünden üniversiteye kabul edilmeyince, Fransa serüveni başladı. Önce hukuk, ardından sinema. Ünlü sinema okulu IDHEC... Bu koşullarda yetişen bir gencin politikaya ilgi duymaması mümkün mü? İkinci filmi 13. Adam’da, ikinci Dünya Savaşı’ndaki Fransız direnişçilerinin dünyasına eğiliyor. Ardından, Yunan derin devletinin, solcu bir politikacıyı öldürmesini konu alan Ölümsüz (Z) geliyor. Sıkı Yönetim’de, Uruguay’daki Tupamaro gerillalarını, Section Special’de Fransa’da Nazi işgali sırasındaki işbirlikçileri, Missing’de, Şili’deki askeri cuntayı, Hanna K’da Filistin sorununu, İhanet’de ABD’deki ırkçılığı, Music Box’da bir kimlik değiştirmiş bir Nazi’yi konu alıyor. Sloganlara yaslanmadan, faşizmin, ırkçılığın doğasını sorgulamaya çalışıyor. Sonraları, günümüz toplumunun sorunlarını taşıdı beyazperdeye. Çılgın Şehir’de medyanın sorumluluğunu, Ölümcül Çözüm’de işşizliği, Cennet Batı’da filminde göçmenlerin sorunlarını tartışmaya açtı.

Son filmi Kapital’de, uluslararası finans dünyasında dönen dolapları, paranın bir araç değil “efendi” olduğu bir dünyayı anlatıyor. “İşçi = müşteri = vatandaş” denklemiyle kitleleri yöneten bankacılar, bu kez hedefte. Karikatüre kaçmadan, son derece gerçek bir tabloyu gözler önüne seriyor. “Kapital, Fransa’da vizyona çıktığında, bankacıların tepkisi ne oldu diye soruyorum. “Anlattıkların gerçek, ama ben öyle değilim” demiş, hangi bankacıyla konuştuysa. Meslek yaşamı boyunca, diktatörleri konu aldıktan sonra, şimdi finans dünyasına yönelmesinin nedeni aşikâr: “Günümüzün diktatörleri, uluslararası finans dünyasını yönetenler” değil mi? Filmdeki bir tümceyi hatırlıyorum : “Pazarın ahlakı, askeriyenin ahlakına çok benzer”...

 

Gelecek kadınların

 

Filmin en olumlu karakteri, banka yöneticisinin (CEO’nun) karısı. Kadınlar için daha umutvarsınız herhalde diye soruyorum. “Kadınların insani değerlerini korumak açısından, erkeklerden daha başarılı olduğunu düşünüyorum” diyor ve ekliyor “Hiç kuşkusuz, geleceği kadınlar kuracak. Görmüyor musun, banka yöneticileri arasında kaç kadın var?” Kapital’in kahramanı şöyle diyor : “Solcular enternasyonalizm istiyordu. Biz yaptık!”

Bu acımasız dünyada biçimlenen genç kuşakların işi hiç kolay değil. “60’lı yılların heyecanı yok. Sosyalist ülkelerdeki deneyimlerin başarısızlığının da payı var bunda. Gençler artık Komünist Partisine inanmıyor. Ama, gene de, mücadeleci ruhunu koruyan, yeni arayışlar içindeler.”

Sonra, ortak dostumuz Yılmaz Güney’den söz açıyoruz. Güney’in yaşamını konu alan bir film yapmasını istemişti Fatoş Güney. Neden vazgeçildi bu projeden? “Filmde yabancıların oynaması yanlış olurdu. Türkler, Kürtler olmalıydı. Bu da, benim burada uzun süre kalmamı, dile hâkim olmamı gerektiriyordu. Projenin gerçekleşmemesinin nedeni bu”.

Söz ister istemez Türkiye’deki ‘Barış Süreci’ne geliyor. “Başarıya ulaşmasını umut ediyorum. Sanatçıların bu sürece katkı vermeleri çok önemli” diyor ve ekliyor “Dilerim, Kıbrıs konunda da benzer bir süreç başlar.

Sinemaya dönüyoruz tekrar. Devlet desteğinin önemini vurguluyor. “Fransada her yıl 60- 70 yeni sinemacı ortaya çıkıyor. Destek olmadan bu gerçekleşemezdi. Yapım desteğinin yanısıra, dağıtım desteği de çok önemli. Sinemaların yerli yapımlara yer açması için destek verilmesi gerekir. Sanat sinemalarının varlığı çok önemli”. Tabi, söz dönüp dolaşıp, Emek’e geliyor.

Yıllar önce, İstanbul Festivali’ne geldiğinde Emek Sineması’nda sunmuştu filmini. “Emek’in bir kültür mirası olarak korunması gerekirdi” dedikten sonra, “Bugünkü protesto etkinliğine davet edildim. Katılmak istiyorum” diye ekliyor.

İlgili Haberler