Dünya
Deutsche Welle

Cihatçılık ideolojisi sınır tanımıyor

Almanya’da 27 yaşındaki bir gencin IŞİD üyeliği nedeniyle yargılanmasına başlandı. Fransa’da yeni terörle mücadele düzenlemeleri getiriliyor. Cihatçılık ideolojisi artık Avrupa’nın göbeğine yerleşmiş durumda.

22 Ocak 2015 19:45


Avrupa'da cihatçılık ideolojisi ve yapılması gerekenlerle ilgili Alman Kalkınma Politikaları Enstitüsü Direktörü Dirk Messner, DW’nin sorularını yanıtladı.

Sayın Messner, İslam dünyasında son yıllarda cihatçı bir ideolojinin yükselişine tanık oluyoruz. Bu gelişimin arkasında yatan nedir?

“Bunda İslam dünyasının kendi içindeki dinamiklerin çok büyük bir rolü var. Cihatçılık Ortadoğu’daki rejimlere karşı bir akım olarak doğdu. Neredeyse istisnasız bir şekilde otoriter liderlik yapıları söz konusuydu. Mümkün olan tek muhalefet, Müslüman-dinci hareketlere dayananlardı. Liberaller gibi diğerlerine izin verilmedi. Ve bu muhalif hareketlerin bir kısmı radikalleşerek, bugün IŞİD ya da El Kaide dediğimiz yapıları oluşturdular.”

Peki Ortadoğu’da niçin örneğin liberal ya da sol muhalefet hareketleri oluşamadı?

“Diğer direniş seçenekleri kapalıydı ve modası da geçmişti. 1960’lı ve 70’li yıllarda bu bölgede pek çok liderin kendini sosyalist olarak tanımladığını unutmamak gerek. Örneğin akla Mısır’da Cemal Abdül Nasır geliyor. Ama aynı zamanda otoriter liderlik yapıları oluşturdular. Yani Arap kamuoyunun gözünde sosyalizm büyük ölçüde bayatlamıştı. Diğer yandan Batılı liberal toplumlar, yani ABD ve AB, Soğuk Savaş’ın gölgesinde ve bölgede istikrar adına otoriter yönetimleri destekledi. Dolayısıyla Batılı ülkeler bölgedeki halkların gözünde yerel iktidar çarklarının destekçileri olarak algılandı. Bu nedenle liberalizm de itibarını yitirdi.”

Avrupa'ya, özellikle de son terör saldırılarının yaşandığı Fransa’ya bakacak olursak buradaki cihatçılığı nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Bunun çeşitli nedenleri var. Bu nedenlerin çoğu, ülkelerin kendi toplumlarının içinde yatıyor. Paris’teki saldırılar şüphesiz pekçok Müslüman göçmenin Fransız toplumundan ve ekonomisinden dışlanmışlığını da yansıtıyor. Bu insanlar işsizlik ve ırkçılıkla karşı karşıya kalıyor. Yani çok sayıda iç politik neden var. Ve bunlarla ancak iç politik önlemlerle başa çıkılabilir. Almanya’da da benzer sorunlarımız var. Burada da istihdam piyasasında büyük zorluklarla karşılaşan genç Müslümanlar yaşıyor. Bu durumda soru, bu kişilerin hangi protesto yollarını seçtikleri. Bazıları radikalleşiyor…”

Avrupa’daki cihatçı yapılanmalarda toplumdan dışlanmışlık mı rol oynuyor?

“Bu bana kimlik sorunlarıyla ilgiliymiş gibi geliyor. Müslüman Fransız vatandaşları, toplumda Fransız kimliğine sahip birinci sınıf bir vatandaş hissi edinemiyorlarsa, kimliklerini tanımlamada başka seçenekler arıyorlar. Ve bunu dinde buluyorlar. Her insanın takdir görmeye ve bir kimliğe ihtiyacı vardır. Ve bu arayış, radikal yanıtlarla sonlanabilir… Köktenci muhalefet 70’li yıllarda politikti, bugün ise dinci özellikler taşıyor.”

Avrupalı yetkililer radikal İslam sorununa karşı yeni önlemler arayışında. Kısa vadede istihbari, hatta askeri; uzun vadede ise sosyal-politik önlemler üzerinde duruluyor. Bu önlemler kataloğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Cihatçılık uluslarüstü bir konu. Dünyanın pek çok bölgesinde yerleşti. Cihatçılığı 20’nci yüzyılın komünizmi ve Stalinizmine benzetiyorum. Siyasi rakibini toptan yok etmeyi hedefleyen totaliter yönü nedeniyle. Buna karşı korunmak için polisiye önlemlere, güvenlik politikalarına ihtiyaç var. Çünkü bu aktörlerle diyalog kurmak zordur. Bu kısa vadeli perspektif. Uzun vadede ise olay şu: Avrupalı Batı toplumlarıyla İslam dünyası arasında ilişki halihazırda çok zorlu bir dinamiğe sahip. İlişkilere yanlış anlamalar, önyargılar hakim. Bu özellikle de Batı dünyasında İslam ile ilgili olarak geçerli. Bu konuya özellikle eğilmek gerekiyor. Batı ile heterojen yapıdaki İslam dünyası birbirini daha iyi anlamayı öğrenemezse, dünya çapında bir işbirliği kültürü oluşamaz.”

Uzun vadede siyasetin izlemesi gereken stratejiler sizce ne olmalı?

“Avrupa devletlerinin Arap Baharı’nın başlangıcındaki muhalif hareketler gözünde iyi bir üne sahip olmadığını unutmamalıyız. Çünkü eskiden otoriter liderleri desteklemişlerdi. Bu nedenle şimdi onların gözüne girmek için çabalamalıyız. Bölgenin siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişiminin bizim de çıkarımıza olduğunu açıkça ortaya koymalı, yeni, liberal yapılar getirmek isteyen güçleri desteklemeye hazır olduğumuzu göstermeliyiz. Her ülke için yapılması gereken farklı şeyler var. Tunus ya da Fas gibi gerçekten istikrarlı ülkeler var. Örneğin onlarla enerji ortaklığı yoluyla ilişkilere yeni bir kalite kazandırmaya çalışmalıyız. Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerde ise öncelikli olarak devletin istikrara kavuşması, toplumsal istikrar, güvenlik öne çıkıyor… Ayrıca bu bölgede şu an, Birinci Dünya Savaşı sonrasında çizilmiş sınırların yeniden sorgulandığını göz ardı etmemek gerek. AB, bölgenin yeniden düzenlenmesine katkıda bulunacak bir ortaklık anlaşması için çabalamalıdır. Bu tabii çok uzun vadeli bir proje. Ama mümkün olduğunca çabuk harekete geçilmesi bir o kadar önemli.”

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştirDeutsche Welle