Politika

CHP: 15 Temmuz’u diğer darbelerden farklılaştıran FETÖ- AKP ilişkisinin mahiyetidir

“Bu bir hüsnü kuruntu değildir”

21 Temmuz 2017 00:59

CHP’nin 15 Temmuz Darbe Girişimi Araştırma Komisyonu üyeleri,  Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun FETÖ Suçlamasıyla eklendiği nihai rapora 71 sayfalık ikinci bir muhalefet şerhi yazdı.  Darbe Komisyonu Başkanlığı’na teslim edilen ve CHP’nin ikinci ek şerhinde,” 15 Temmuz’u diğer darbelerden farklılaştıran FETÖ- AKP ilişkisinin mahiyetidir” dendi. “AKP-FETÖ Kardeşliği” başlıklı bölümde ise “Kemal Kılıçdaroğlu’na dönük ithamların, rapora sinsice eklenmesi, 15 Temmuz gibi bir yıkımın ardından ihtiyaç duyulan uzlaşma, birlik ve beraberlik ruhuna atılan son dinamit olmuş, iktidarın menzilini ve algısını gün gibi ortaya çıkartmıştır” değerlendirmesi yapıldı.

71 sayfalık şerhte,  Cumhurbaşkanı Tayiip Erdoğan ve  diğer AKP’li vekillerin, Fethullah Gülen’le  fotoğrafları, Youtube’ye  yüklenilen videolar ve  gazetelere  verilen ‘geçmiş olsun’ ilanları da  yer aldı.

Rapordan bazı bölümler şöyle:

“AKP-FETÖ Kardeşliği”

Genel Başkanımız sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na dönük ithamların, rapora sinsice eklenmesi, 15 Temmuz gibi bir yıkımın ardından ihtiyaç duyulan uzlaşma, birlik ve beraberlik ruhuna atılan son dinamit olmuş, iktidarın menzilini ve algısını gün gibi ortaya çıkartmıştır: 15 Temmuz darbe girişimi, aydınlatılması gereken bir şey değil; işbirliklerinin, yoldaşlıkların, suç ortaklıklarının perdelenmesi ve muhalefetin felç edilmesi için bir lütuftur.

Ülkenin ihtiyaç duyduğu uzlaşma ortamına gerek komisyon çalışmalarında gerek kamu oyu huzurunda uygun davranış göstererek, şahsi polemiklerin ve kişilere dönük yergi ve eleştirel tespitlerin darbe komisyonu bulgularını gölgelememesi için kararlı bir tutum sergileyen Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu yaklaşımı da netice itibarıyla istismar edilmiştir. 8 Ancak tam da bu noktada AKP çok büyük bir gaflete düşerek FETÖ ile işbirlikleri, yol arkadaşlıkları, aynı menzile giden yolculukları, dava kardeşlikleri katıksız bir suç ortaklığına dönüşmüşken, bunu gizlemenin yolunu CHP’yi ve CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu ve onun arkasında kilometrelerce yolu yürüyen milyonları kriminalize etmekte bulmuştur.

Bu durumda, oyun sürerken kuralları sürekli değiştirerek kararsızlığın, tutarsızlığın, samimiyetsizliğin eşsiz bir örneğini teşkil eden AKP’nin FETÖ’yü yıllarca öven, payelendiren ve darbeye kalkışacak güce eriştiren irtibat ve iltisaklarını tüm açıklıkları ile ortaya koymak bir zaruret haline gelmiştir. Raporun bu kısmı boyunca muhtelif kanallardan elde edilmiş fotoğraf ve beyanatlar sadece ve sadece oldukları gibi aktarılarak bile kendi başlarına yıllara yayılan AKP-FETÖ kardeşliğini ifadede pekala yeterli olacaktır.

“Suç Ortaklığı/Suça İştirak/Hukuki-Cezai Sorumluluk”

Gerek raporun asli gövdesi boyunca Cumhuriyet Halk Partisi tarafından tüm detayları ile sıralanmış olan değişiklik, teklif ve teşvikler; gerekse rapora yine tarafımızca yapılan bu ilave boyunca sıralanan, iktidar mensubu kişilerin FETO ve FETÖ için referansları, methiyeleri, hasret dolu sözleri ve iktidar seferberliği sonuç olarak 15 Temmuz darbe girişimine neden olmuştur.

Tüm bu hadiselerin siyasi okuması, yorum ve analizlerinin yakıcılığı bir yana, kanunlarla belirlenmiş nizam içinde karşılık geldiği tek bir şey vardır: Suç ortaklığı. Suça iştirakin faillik, azmettirme, yardım ve yataklık yolları ile ortaya çıkmasına dair tüm bulgular, raporun bu son ilavesi ile böylece mutlak, çekincesiz ve olgusal biçimde ortaya konulmuştur. En açık deyişle istisnasız bir şekilde AKP hükümetleri ve belediye başkanlığından Cumhurbaşkanlığı devrine kadar Recep Tayyip Erdoğan iktidarı, bütüncül ve sistemli olarak icraatları ve söylemleriyle, hain bir terör örgütü olarak FETÖ’nün en büyük ve tek değişmez katalizörü olmuştur. Buna verilecek en önemli örnek, 19 Aralık 2009 tarihinde dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a dönük suikast iddialarını ele alan savcıların Genel Kurmay Başkanlığı’nda bulunan kozmik odada 20 gün süren bir arama yapılmasının mümkün kılınmasıdır.

“15 Temmuz’u diğer darbelerden farklılaştıran FETÖ-AKP ilişkisinin mahiyetidir”

15 Temmuz FETÖ Darbe girişimi bu yönüyle Türk demokrasisinin normal siyasi süreçlerin işleyişiyle kendi doğal akışı içinde evrimleşmesini önleyen kendisinden önceki bütün askeri müdahalelerden ve darbelerden dramatik bir şekilde farklılaşmaktadır. Daha önceki tüm askeri darbeler veya darbe girişimleri, ister 27 Mayıs 1960 Darbesi gibi emir-komuta zinciri dışında, ister 12 Eylül 1980 Darbesi gibi mutlak bir emir komuta hiyerarşisi içinde gerçekleştirilmiş olsunlar, hiçbir şekilde sade vatandaşları ve toplumun hedef almamışlar, böyle anlaşılabilecek veya yorumlanabilecek durumlara kesinlikle izin vermemişlerdir. 15 Temmuz akşamı Boğaziçi Köprüsünün tek yönlü olarak trafiğe kapatılmasıyla birlikte ekranlara düşen görüntülerin ihbarı alınan bir terör saldırısına yönelik bir tedbir olarak yorumlanmış olmasının başlıca nedeni de budur.

“Komisyon 15 Temmuz’un başka bir fırsata dönüştürülmek istenmesinden ötürü engellendi”

15 Temmuz Gecesinde darbeye kendi ordusundan gasp edilmiş uçaklarla bombalanan Meclis çatısı altında direnen dört parti işte bunun için 15 Temmuz Darbesinin aydınlatılması için harekete geçtiler. Kamuoyunda kısaca 15 Temmuz FETÖ Darbesini Araştırma Komisyonu olarak bilinen Fethullahçı Terör Örgütünün (FETÖ/PDY) 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Girişimi İle Bu Terör Örgütünün Faaliyetlerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu, kurulması gerçekleşmiş oldu. Komisyon, Anayasa’nın 98. ve Meclis İçtüzüğünün 104. ve 106. Maddeleri ile tanımlanmış görev ve yetkileri çerçevesinde fonksiyonunu hakkı ve layıkıyla icra edebilmiş olsaydı, demokrasimizin gerçek anlamda tazelenerek güçlendirilmesine katkıda bulunabilirdi. Bu bir hüsnü kuruntu değildir.

15 Temmuz FETÖ Darbesini Araştırma Komisyonu özelinde ve bağlamında özellikle geçerli ve doğru bir değerlendirmedir. Bunun başlıca nedenleri şunlardır: 1. 15 Temmuz FETÖ Darbesi vatandaşlarımızın ezici çoğunluğu açısından hiçbir şekilde beklenmeyen bir olaydır. Halkımız açısından bu teşebbüs tamamen anlaşılamaz, hiçbir şekilde öngörülmemiş bir olaydı. Darbenin icra edilme şekli ise onu kendisi ve ülkesi adına utanç duymasına yol açmakla kalmayıp, başta TSK olmak üzere bütün kurumlarına duyduğu güveni sarsacak bir mahiyet taşıyordu. Bundan ötürü siyasete ilgi duymayanlar için bile bu olayın mahiyetinin, arka planının ve sorumlularının ortaya çıkması önem taşıyordu. Komisyon çalışmaları Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından engellenmeyip başarılı olsaydı Türk milletinin sisteme ilişkin güvenlerinin artması ve TBMM’ye çok daha bilinçli bir şekilde sahip çıkmaları gibi bir sonuç doğurabilecekti. 2. Ancak 15 Temmuz hain kalkışmasını ‘Allah’ın büyük lütfu’’ 2 diye niteleyen dönemin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açısından 15 Temmuz’un aydınlanmasının hiç de arzulanır şey olmadığı ortaya çıktı. Bu değerlendirme önyargılı bir yorum veya yakıştırma değil, olgularla doğrulanabilecek objektif bir tespittir. Erdoğan’ın 16 Temmuz sabahı ‘Allah’ın büyük lütfu’ ibaresini kullandıktan sonra, “çünkü bu Silahlı Kuvvetlerimizin temizlenmesine sebep olacak” demiş ve “YAŞ Öncesi böyle bir adımın atılmasının manidar olduğunu” eklemiştir. Erdoğan’ın bu ifadeleri “ya darbeciler güç kazanacakları bir gelecekte buna kalkışsalardı” şeklinde iyi niyetli yorumlara da konu olmuştur.

“15 Temmuz’un ‘büyük lütuf’ olması için gerçekler karartılıyor”

Ancak olayların akışı ve gelişimi günümüz AKP’li Cumhurbaşkanının söz konusu ibareyi aslında çok farklı bir anlamda kullandığını düşündürmekte ve hatta ortaya koymaktadır. ‘Allah’ın büyük lütfu’ ile kastedilen şey 15 Temmuz’un kendi ‘tek adam rejimi’ni kurmak için bir katalizör olarak görüldüğüdür. Daha açık bir deyişle 15 Temmuz FETÖ Darbesi’nin ‘bir büyük lütuf’ olabilmesi yarı karanlıkta bırakılmasına bağlıydı. Komisyon, Anayasa ve Meclis İçtüzüğü çerçevesinde fonksiyonunu gerçek anlamda icra ettiği takdirde dönemin cumhurbaşkanının lütuf dediği şeyin belki de en temel şartı olan yarı karanlık hal mümkün olmayacaktı. Bu da bugün yaşayarak gördüğümüz ‘tek adam rejimi’nin gerçekleşmesini engelleyebileceği gibi, onun ters yüz olmasına sebep olabilecekti. Bundan ötürü Komisyon’un faaliyetleri tamamen çoğunluğu oluşturan AKP’li üyeler tarafından şekillendirildi ve yönlendirildi. Böylece Komisyon Raporu, 15 Temmuz’u kullanarak varılması hedeflenen amaçla tutarlı bir tarih yazımının aracı haline getirilmek istendi.

“Komisyona neden dönemin cemaati, bugünün FETÖ’süyle iltisaklı üyeler seçildi?”

3. Komisyon’un AKP’li üyelerinden ikisinin, özellikle de AKP’li üyelerin oylarıyla Komisyon Başkanı seçilen AKP Burdur milletvekili Reşat Petek’in 15 Temmuz’un asli örgütsel faili olarak tescil edilen FETÖ’yle iltisaklı sözde sivil toplum kuruluşları ve organizasyonlarla çok sayıda somut delille ortaya konabilecek yakınlıklar kurmuş olmasıdır. Petek’in bu şebekeye iltisakı dinci şebekeyle AKP’nin ilişkilerinin hızla sarsıldığı dönemde, bu iki yapıyı yeniden yakınlaştırmaya hizmet ettiğini düşündüğü görüşler geliştirmeye dek varmıştır.

Reşat Petek’in ‘Cemaat’le  ilişkisi, AKP iktidarlarına bir tür entelektüel yakıt sağlayan Abant Toplantılarına etkin bir katılımcısı olmaktan , FETÖ’nün TSK içinde komuta kademelerini ele geçirmek için yargı kurumu vasıtasıyla açtıkları Ergenekon, Balyoz vb. kumpas davalarının askeri emekli savcı sıfatıyla, ilavemizin Görseller ve Beyanatlar başlıkları altında detaylı bir şekilde görüleceği üzere savunuculuğunu yapan ekran yüzü olmaya kadar geniş bir alana yayılmıştır. Petek, bütün bunlara rağmen Komisyon içinde yer almasını dönemin fiili Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güya bir özeleştiri gibi takdim edilen ‘aldatıldık’ argümanının da temeli olan muhakemeye dayandırmış; bu doğrultudaki açıklamalarını hukuki ayrımlarla destekleyip kuvvetlendirmeye çalışmıştır.

Ancak Petek’in açıklaması FETÖ’nün devletin temel kurumlarını onlarda mutlak hakimiyet kuracak şekilde ele geçirme noktasına gelmiş olmasında AKP’nin sorumluluğunu gerçeklere tamamen aykırı olarak minimal düzeye indirgemekle kalmamıştır. AKP’den önce ‘siyasetin vesayet altında olduğunu’, dinci şebekenin bundan faydalanarak ‘devlete sızıp vesayet makamlarını ele geçirmeye çalıştıklarını’, AKP döneminde ‘sızmaya çalıştıkları devlet kanallarının kapanıp etkinliğinin azaldığını, AK Parti’nin bu vesayete geçit vermeyeceğini gördüğünü’ ileri sürebilmiştir. Komisyonun bu şebekeyle bir sempati ilişkisi içinde olduğu objektif, yani somut olgulara dayanılarak söylenebilecek diğer AKP’li üyesi ise Hüseyin Kocabıyık’tır. Kocabıyık 2009’la 2011 3 Petek ‘Cemaat-AKP arasındaki tansiyonun yükselmeye başladığı günlerde Star gazetesinde Fethullah Gülen Hocaefendi ve AKP’yi beraber hedef alan yapıların, AKP’nin bu süreçten güçlenerek çıktığını görünce, bu kez Cemaat ve AKP’yi birbirlerine düşürmeye çalıştıklarını söyledi.

Hüseyin Kocabıyık tıpkı Petek veya Fethullah Gülen ve Cemaatle ilişkisi medyaya yansıyan birçok AKP’li gibi kendisini Cumhurbaşkanına benzer argümanlarla savunmuştur.7 Böylece komisyonun bu iki üyesinin geçmişlerine ilişkin açıklamaları, FETÖ ile yakın ilişkilerine ve ona düzdükleri ölçüsüz övgülere rağmen seçilmiş olmaları onların bir planı uygulamaya yönelik bilinçli bir tercihi olduğunu ortaya koymaktadır. Söz konusu plan; FETÖ çekirdeğiyle doğrudan ilişkili veya dolaylı işbirliğine gidebileceği düşünülen AKP’li siyasetçilere darbenin siyasi ayağıyla ilişkilendirilmeyeceklerini göstererek onların tek adam devleti rejiminin yerleşmesinde mutlak ve tartışmasız sadakatini elde etmekti.

“FETÖ’nün AKP içindeki ByLock’lu siyasi uzantıları ortaya çıkarılsaydı anayasa değişikliği meclisten geçmezdi”

FETÖ’nün AKP içindeki ByLock’lu siyasi uzantıları ortaya çıkarılsaydı Anayasa değişikliğinin gazi TBMM’yi battal hale getirmeyi hedeflediği ortada olmasına rağmen AKP’lilerce neredeyse hiç fire vermeksizin kabul edilmesi imkânsız hale gelirdi. Komisyon faaliyetleri AKP’li başkanlıkça akamete uğratılarak 16 Nisan’da yaşanan ve bizzat YSK’nın tam kanunsuzluk olan kararıyla demokrasi tarihimizin en şaibeli, dolayısıyla tamamen gayrı meşru sonucuyla noktalanan bir referandumun önü açılmıştır. Komisyon çalışmalarının gerek takvimi ve zaman planlaması, gerekse komisyona davet edilecek isimlerin kombinasyonu da bunu ciddi bir şekilde düşündürmüştür. Bu düşüncenin gerçekle tamamen örtüştüğünü açıkça ortaya koyan kanıt ise muhalefetin yazımına hiçbir şekilde ve ölçüde katkıda bulunmasına izin verilmeyen AKP Komisyon raporuna sonradan yapılan ‘korsan ek’ olmuştur. AKP raporuna Anayasa ve İçtüzüğe aykırı olarak gizlice yapılan ekle, 15 Temmuz’un siyasi ayağına ilişkin unsurların ortaya çıkması engellenmekte.

“FETÖ’nün devlete nasıl yerleştirildiğini yüksek bürokratlar tutanaklara geçirdi”

Halbuki gerçek bir güneş gibi, gizlenemez şekilde ortadadır. Ortadadır çünkü 2002-2016 arasında yaşanan işbirliğini ve bu işbirliğine dair açık ikrarları milletçe birinci elden yaşadık. AKP’li cumhurbaşkanının FETÖ’yle iltisaklı sayılmakta bir milât olarak değerlendiği 17/25 Aralık tarihine kadar FETÖ’nün devletin tanımlayıcı fonksiyonlarıyla ilişkili kurumlarda yaygın bir şekilde örgütlenmesine sadece göz yumulmamış açıkça destek de verilmiştir. Nitekim bazı AKP sözcüleri bunu, “Ne yapalım o zaman bürokratımız yoktu onlardan yararlandık” sözleri ile gerekçelendirmeye çalışmışlardır. FETÖ’nün bu kurumları nasıl hakimiyet altına almış olduğu başta eski Genel Kurmay Başkanları ve MİT Müsteşarı olmak üzere bazı davetliler tarafından objektif olgu ve tespit olarak tutanaklara geçirilmiştir. Ne yazık ki tutanakların bu bölümü AKP raporunda neredeyse eser miktarda bile yer bulmamıştır. Esasen ilk bir ay içerisinde Komisyon çok önemli görüşmeler yaptı. Özellikle eski Genelkurmay başkanlarının yaptıkları açıklamalar Türkiye’nin çok tartışması gereken açıklamalardı. Aynı zamanda da bu sürece gelişimizdeki birçok konunun perde arkasını ortaya koyan açıklamalardı. Daha sonrasın işlerin AKP açısından sarpa sardığını gören Komisyon Başkanı Reşat Petek, Komisyon’a hiçbir faydası olmayacak şahısları davet etmeye başladı. Dikkat çekilen husus, FETÖ’nün kanlı ihanet operasyonlarını yürütecek gücü 2004 yılından itibaren elde etmeye başladıklarıdır. Söz konusu mülakatta buna eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün açıklamaları bağlamında özel bir vurguda bulunulmuş, açıklamalarının bazı yönlerini eleştirdiği Özkök’ün “2004 Milli Güvenlik Kurulu Kararını tavsiye kararını tartışmaya açmasını en temel mesele” olarak nitelemiştir.