Gündem

Cengiz Çandar: Terör saldırıları, Türkiye'nin yönetilemezliğini tüm dünyanın gözleri önüne seriyor

"Terörü ve teröristi sürekli olarak kınamanın hiçbir maliyeti yok"

20 Mart 2016 15:23

İstiklal Caddesi'nde 5 kişinin hayatını kaybettiği canlı bomba saldırısıyla ilgili konuşan Radikal yazarı Cengiz Çandar, "İstiklal Caddesi’ndeki terörist saldırı, Ankara’daki daha kabuk bağlamadan, daha haftası dolmadan, 'terörizm'in 'Ankara’nın merkezi'nden 'İstanbul merkezi'ne kayarak süreklilik kazanmakta olduğunu ortaya koyuyor" dedi. Çandar, yazısında "İşin tüyler ürpertici tarafı burada. 'Terörist saldırılar', Ankara’da Amerikan, İstanbul’da ise Alman istihbarat uyarılarına rağmen, Türkiye’nin en büyük iki şehrinin 'kalbi'nde istendiği vakit gerçekleştirilebileceğini ortaya koyuyor. Bir yanda Türkiye’nin 'zaafiyeti'ni sergilerken, diğer yanda Türkiye’nin 'yönetilemezliği'ni tüm dünyanın gözleri önüne sermiş oluyor" ifadelerin yer verdi.

Cengiz Çandar'ın Radikal'de yayımlanan "Ankara, İstanbul ve 'terörün sıradanlaşması' tehlikesi" başlıklı yazısı şöyle:

Ankara'daki kanlı terörist saldırının ardından, İstanbul'da benzeri bir eylemin gerçekleşmesinden ciddi olarak kaygılıydım.

İktidar yanlısı çevrelerin biraz “tepki”, biraz “alaycı” biçimde ortaya koydukları, “terör saldırısı ihbarı üzerine”  Alman okullarının tatil edilmesi ve Alman Başkonsolosluğu önünde olağanüstü güvenlik tedbirlerinin alınmış olmasının ciddiye alınması gerektiğini düşünüyordum.

Batılı istihbarat kuruluşlarının kendi vatandaşlarını korumaya öncelik vererek, aldırdıkları önlemler, tabii ki, İstanbul’da bir “terörist eylem/ler” ihtimalinden endişe duymak için yeterli ve başlı başına bir nedendi.

Ciddi devletler, öncelikle kendi vatandaşlarını koruma dürtüsüyle hareket eden devletlerdir ve her ne siyasi ya da karşıtlığınız olabilirse olsun, ABD ve Almanya gibi devletler ciddi devletlerdir. Ankara’da geçen pazar günü gerçekleşmiş olan terörist saldırıdan önce, ABD Büyükelçiliği’nin vatandaşlarına Kızılay’a gitmemeleri uyarısı yapmış olduğu biliniyor.

Ankara’nın kalbinde bir ay içinde gerçekleşmiş kanlı terörist saldırısından hemen sonra, İstanbul’da Taksim Meydanı’nın dibinde sayılan Alman Başkonsolosluğu’nda ve yakınlarındaki Alman Lisesi ve benzer Alman kurumlarında “istihbarat bilgilerine dayalı” olarak önlem alınmış olması, İstanbul merkezinde bir terör eyleminin gerçekleşme ihtimalinin çok yüksek olduğuna dair, tartışma götürmez bir “sinyal”di.

Nitekim, özellikle bir cumartesi günü için “İstanbul’un kalbi” sayılan İstiklal Caddesi’nde, hem de Beyoğlu Kaymakamlığı’nın önünde gerçekleşti “terör eylemi”.

Dükkanların bazılarının açılmamış olması, İstiklal Caddesi’nin henüz “cumartesi yükü”nü taşımaya başlamamış olması, terör eyleminin maliyetini düşürdü ama önemini ve hem Türkiye’ye ve dahi Türkiye’nin insanlarının morallerine vurduğu darbeyi hafifletmedi.

Bu yazı yazıldığı sırada, canlı bombanın kendisiyle birlikte 5 ölü, 4’ü yoğun bakımda 36 yaralının bulunduğu bizzat İstanbul Valisi tarafından açıklanmıştı.

Ankara’daki ölü sayısına bakılıp karşılaştırılarak, yanlış bir “görecelik” değerlendirmesinin yapılması, çok aldatıcı olur. İstiklal Caddesi’ndeki terörist saldırı, Ankara’daki daha kabuk bağlamadan, daha haftası dolmadan, “terörizm”in “Ankara’nın merkezi”nden “İstanbul merkezi”ne kayarak süreklilik kazanmakta olduğunu ortaya koyuyor.

İşin tüyler ürpertici tarafı burada. “Terörist saldırılar”, Ankara’da Amerikan, İstanbul’da ise Alman istihbarat uyarılarına rağmen, Türkiye’nin en büyük iki şehrinin “kalbi”nde istendiği vakit gerçekleştirilebileceğini ortaya koyuyor.

Bir yanda Türkiye’nin “zaafiyeti”ni sergilerken, diğer yanda Türkiye’nin “yönetilemezliği”ni tüm dünyanın gözleri önüne sermiş oluyor.

Terörist saldırıları önlemeyi beceremeyen kamu otoritesi, yine işin kolayına kaçarak, önce “yayın yasağı” koydu. Herhalde yakın gelecekte, terörle “baş edebilmek” için, bundan önce hep öyle olduğu gibi, “temel hak ve özgürlükler”in kısılmasına devam edilecek.

Böyle davranmak, terörün ve terörist eylemlerin devamına “davetiye çıkartmak” gibidir ama Türkiye’de kamu otoritesinin geçmişten alınması gereken dersi aldığına dair pek bir işaret görülmediği için, yanılmayı arzu etmekle birlikte, tahminimiz o yönde.

“Terör çirkin yüzünü bu kez İstanbul’da gösterdi” gibisinden basmakalıp cümlelerin, şiddetle “kınamalar”ın ve “milli birlik ve beraberlik” çağrılarının “enflasyonu” söz konusu olursa –ki, oluyor- tıpkı enflasyonda paranın değerini kaybetmesi gibi, kendi başına her biri çok önemli olan bu vurgular ve arkalarında yerleşik duygular da değerlerini kaybederler.

Terör, çirkin yüzünü bir daha gösterir. Kınamaların bir etkisi kalmaz. Milli birlik ve beraberlik çağrıları da karşılığını bulmaz.

Ankara’daki terör saldırısından sonra ifade ettiğimiz, terörün “sıradanlaşması” kaygısından kastettiğimiz bir de buydu. İktidar sözcülerinin halkımızdantalep ettikleri “teröre alışmalıyız”ı, “terörizmin sıradanlaşması” olarak tanımlıyorum ki, bu, ülkenin ve toplumun iflah etmez bir şekilde “felaket”e doğru yol almasıyla eş anlamlıdır.

Terörizmin sıradanlaştığı bir ülke, ne turizm hesapları yapabilir, ne iş hayatı normal seyrinde devam edebilir, ne günlük hayatın düzeni kalır. Ülkenin başka yerlerinde süregelen şiddete dair duyarlılık  ve dolayısıyla ülkenin insanları arasındaki “ortak zemin” kaybolur.

2015 yaz aylarında başlamış ve başlatılmış olan şiddete ilişkin olarak korktuğumuz işte buydu; 2016’nın ilk çeyreğinde gelip dayandığımız durum ve en önemlisi “şiddet iklimi”nin, ülkenin tepesinde “dört mevsim” için yerleşmesi.

Cizre’de, Diyarbakır-Sur’da, Nusaybin’de, Yüksekova’da yaşananlara, Ankara’da, İstanbul’da, daha şimdi isimlerini bilmediğimiz, aklımıza bile getirmekten korktuğumuz başka yer isimlerindeki “canlı bomba eylemleri”yle yürütülen “terörist saldırılar” eşlik eder.

Rus savaş uçağını düşürmenin ve Rusya ile çatışmacı ilişkilere girilmesinin, özellikle ABD ile dış politikada sürekli sürtüşme içine giren bir “dış politika kalıbı” içine yerleşmenin, Suriye’de şiddetin tarafları içinde özel bir konumu bulunan Selefi-Cihadi örgütlere hararetli destek sunmanın, Türkiye içinde yansımaları kaçınılmaz hale gelir.

Dış politika yanlışları ile Türkiye içinde “şiddet ikliminin yerleşmesi ve terörizmin tırmanması” arasında doğrudan ilişki kurulabilmesi için sağduyuyu kaybetmemiş olmak yeterliydi.

Türkiye’nin bir “istihbarat örgütleri faaliyetleri” ve “terörist eylemler” bakımından “açık pazar” haline gelmiş olması da Suriye’de inat ve ısrarla sürdürülen dış politika hatalarıyla, doğal olarak, ilgiliydi.

Eğer, Türkiye’nin “terörist saldırılar” ve “terör”ün girdabında daha da kasılmasını, içinde yaşadığımız günlerin gelecekteki “felaket” için bir “garanti belgesi” haline gelmesini istenmiyorsa, özellikle 2015 ortalarından bu yana izlettirildiği haliyle, “filmin geri sarılması” gerekiyor.

Terörü ve teröristi sürekli olarak kınamanın ise hiçbir maliyeti yok.

Bir zorluğu da yok.

Madem ki söyledi, ya “O’nun” ya da “terörizmin yanında” olunacak; işte yazıyorum:

“Terörü de, terörizmi de kuvvetle kınıyorum”!

 

İlgili Haberler