Gündem

"Bu operasyon, tek adam rejiminin önündeki bütün engelleri ortadan kaldırmayı amaçlıyor"

"Bir operasyonla 'milli güvenliğin' sağlanamayacağını söylemek için derin analizler yapmaya gerek yok"

22 Ocak 2018 14:17

Evrensel yazarı Yusuf KarataşCumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK), Suriye'nin kuzeybatısında bulunan Afrin'e yönelik olarak düzenlediği 'Zeytin Dalı' harekâtını, "2019 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde iç siyaseti dizayn etmek için varlık-yokluk meselesi haline getirdiğini" ileri sürdü. Karataş, "Nasıl darbe girişiminden sonra verilen destek Erdoğan iktidarı tarafından ülkeyi OHAL ve KHK’lerle yönetmek ve bütün muhaliflerini tasfiye etmek için kullanıldıysa bu operasyon da 2019 seçimlerine giderken tek adam rejiminin önündeki bütün engelleri ortadan kaldırmayı amaçlıyor" ifadesini kullandı.

 

Yusuf Karataş'ın 'Tek adam' rejimi ve Rus onaylı 'milli' operasyonu!" başlığıyla (22 Ocak 2018) yayımlanan yazısının bir bölümü şöyle: 

Erdoğan iktidarının günlerdir büyük bir gürültüyle duyurduğu Afrin operasyonu, Rusya ile yapılan pazarlıkların ardından Afrin’deki Rus askerlerinin Tel Rıfat’a çekilmesiyle başlatıldı. O yüzden her ne kadar iktidar ve medyası tarafından daha ilk günden bir destan havasında sunulsa da bu operasyon açık bir şekilde Rus damgası taşımaktadır. Rusya cephesinden yapılan açıklamalar, Rusya’nın bu operasyonu Suriye’de çözüm konusunda anlaşmazlık yaşadığı ABD’ye ve elbette Kürtlere karşı bir koz olarak kullanmaya çalıştığını gösteriyor. Dolayısıyla bu ‘milli’ operasyonla Türkiye, Suriye’de Rus ve ABD emperyalistleri arasındaki egemenlik savaşının orta yerine sürülüyor.

Belirttiğimiz gibi operasyonun ardından en dikkat çekici açıklamalardan biri Rusya cephesinden geldi. Rusya Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada “ABD’nin sorumsuz davranışlarının Suriye’deki barış sürecini provoke ettiği ve Türkiye’yi operasyona zorladığı” belirtiliyordu. Bu açıklama aslında Rusya’nın bu operasyona neden ‘olur’ verdiğini sorusunun da yanıtını veriyordu. Rusya, ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) içinde yer alacağı bir ordu kurma girişimleri, başka bir deyişle SDG’nin ağır silahlarla donanmış kalıcı bir güç haline gelmesini provokasyon olarak değerlendiriyor. Çünkü girişim hem ABD’nin Rusya’ya karşı elini güçlendiriyor ve hem de Rusya’nın Kürtleri kendi himayesinde sınırlı bir özerkliğe razı etme hesaplarını bozuyor. Dolayısıyla Türkiye’nin operasyonu, Rusya’nın ABD ve Kürtlere karşı bir hamlesi olarak anlam kazanıyor. Suriye’deki Kürt güçlerinin bu operasyondan Türkiye kadar Rusya’yı da sorumlu tutan açıklamaları da bu gerçeğe işaret ediyor.

Bu arada Rusya’nın Türkiye’ye Afrin operasyonu için verdiği ‘olur’un arka planındaki pazarlıklarda yine Suriye rejiminin İdlib’de Türkiye destekli cihatçı gruplara karşı başlattığı operasyonun da yer aldığını belirtmek gerekiyor.

Şimdi sorulması gereken soru şudur: Türkiye’yi Rusya’ya ve Suriye Kürtlerini ABD’ye daha fazla bağımlı hale getiren bu operasyonun kazananı kimlerdir? İktidar ve destekçilerinin yarattığı zafer havasına rağmen bu saldırganlık emperyalistlerin bölgeye daha fazla yerleşmesine, bölgesel savaş ve çatışmaların derinleşmesine hizmet etmektedir.

Gerçek buyken Erdoğan iktidarı 2019 seçimlerine doğru giderken bu operasyonu iç siyaseti dizayn etmek için adeta bir varlık-yokluk meselesi haline getirdi. MHP ile kader birliği yapan AKP lideri Erdoğan, tıpkı darbe girişiminden sonra yaptığı gibi bu operasyonu da herkesi arkasında saf tutmaya zorlamak için kullanmak istiyordu. Daha ilk günden CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun yaptığı operasyona destek açıklaması, bu politikayı boşa çıkarma konusundaki çapsızlığını bir kez daha gözler önüne serdi. Çünkü nasıl darbe girişiminden sonra verilen destek Erdoğan iktidarı tarafından ülkeyi OHAL ve KHK’lerle yönetmek ve bütün muhaliflerini tasfiye etmek için kullanıldıysa bu operasyon da 2019 seçimlerine giderken tek adam rejiminin önündeki bütün engelleri ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Dolayısıyla bugün bu operasyona karşı çıkmadan tek adam rejimine karşı olduğunu söylemenin pratik bir karşılığı yoktur. Oysa Türkiye’yi Suriye’de egemenlik mücadelesi veren iki emperyalist güç arasındaki çatışmaların merkezine doğru sürükleyen bir operasyonla ‘milli güvenliğin’ sağlanamayacağını görüp söylemek için öyle çok derin analizler yapmaya gerek yoktur.

Bugün nasıl savaş politikaları ile tek adam rejiminin inşası iç içe geçmişse, Suriye’deki müdahale politikasının son bulması ve bölge halkları ile barışçıl ilişkilerin geliştirilmesi ile ülkenin demokratikleşmesi mücadelesi de iç içe geçmiş durumdadır. Bu gerçeği göz ardı edenlerin tek adam rejimine karşı tutarlı bir mücadele vermesi mümkün değildir.