Gündem

"Böyle bir basın hürriyeti az bulunur!"

Yavuz Baydar: Bu medya düzeni ballıdır; hem iktidarı hem de patronları ihya eder

12 Şubat 2016 14:42

Yavuz Baydar*

Bu medya düzeni ballıdır. Hem iktidarı hem de patronları ihya etmektedir. Olan gazeteciye, haberciye, ve tabii ki gerçeklere olmaktadır

“Ben bu haberi, bu dili bir yerden tanıyorum” diye yazmış, Hürriyet gazetesinin eski genel yayın yönetmenlerinden biri.
 
O ''bir yerlerden tanıdığı dil'' şu haber parçalarında çıkmış karşısına: 
 
“PKK’nın sözde Cizre sorumlusu, ‘Mamo’ kod adlı Mustafa D.’nin, Şırnak Cizre’deki operasyonda etkisiz hale getirilen teröristler arasında olduğu değerlendiriliyor.”
 
“Teröristlerden temizlenen evde yapılan aramada ölü bulunan ve Mustafa D. olduğu tahmin edilen PKK’lının, çatışmada yaralandıktan sonra Cizre’deki eve taşındığı düşünülüyor.”
 
Logosunda ''Türkiye Türklerindir'' yazılı gazetenin son derece tecrübeli eski editörü, ''bu kadarı'' karşısında tepki göstermeden edememiş:
 
“’Değerlendiriliyor’ fiili, son yıllarda askerlerin uydurduğu bir kavram. Ne anlama geldiğini kendileri çok iyi bildikleri halde, bizim inanmamızı istedikleri şeyler için kullandıkları muğlak bir ifadedir... Bu haberi asker yazdırmış. Çünkü bölgedeki iletişimi artık tamamen asker yapıyor... ''
 
''Anadolu Ajansı, kelimesine dokunmadan servise koymuş. Yani, askerin tak dediğini, şak diye yerine getirmiş.''
 
Türkiye'nin en devletçi gazetecilerinden biri bile dayanamayıp bu kadar açık tepki gösterir hale gelmişse, varın ‘’gazeteciliğin’’ ülkemizde gelip dayandığı yeri siz ‘’değerlendirin.’’
 
Geçenlerde uzaklardan Türkiye'ye dönerken, uçağa binişte her yolcunun ‘’maruz bırakıldığı’’ havuz-havuç medyasının gazetelerinde bu durumu teyit eden bolca malzeme vardı.
 
Bazı havuz gazeteleri, Erdoğan-Merkel görüşmesi haberlerinde, Almanya Başbakanı’nın Saray ziyaretinde tablolara bakıp ‘’bunları siz mi yaptınız’’ diye sorduğuna, Erdoğan'ın da ‘’onlar sanat eseri’’ diye cevap verdiğine dair ayrıntıları fotoğraflarla öne çıkarmışlardı.
 
Birkaç gazetede birden ‘’kopyala yapıştır’’ şeklinde tezahür eden bu ‘’haber’’ler, belli ki Saray'dan ‘’bunları yayınlayın’’ telkini ile servis edilmiş, ve tak diye söylenen şak diye yapılmıştı.
 
‘’Havuç’’ gazetelerinden Milliyet'te ise aynı Merkel, bu kez Başbakan Davutoğlu ile yürüyüş halinde gösterilmiş, altında da Almanya Başbakanı’nın balkondan Ankara'yı izlediği, Davutoğlu'nun kendisine Anıtkabir’i gösterdiği ve Ankara'nın nüfusunun altı milyon olduğunu anlattığı yazılmıştı. Önemli bir haber parçasıydı!
 
Aynı gazetede bir kıdemli muhabir kendisine ayrılan köşede, ‘’aslında Cizre'de ne oldu’’yu anlatırken, baştan sona resmî anlatım (yani tek taraflı iktidar anlatımı) kokan sözümona bilgilerle, üstelik bunların kaynağını dahi tam anlatmadan ve elbette ki ‘’diğer taraf’’ın, veya ‘’bağımsız yerel kaynaklar’’ın anlattıklarıyla dengelemeden, sanki mutlak gerçeklermiş gibi yazmıştı.
 
Ne diyebiliriz ki. Aradan yıllar, yıllar geçiyor, ve sanki hiç zaman geçmemiş gibi, tepeden tırnağa, zihniyeti, ezberleri ve mali yapısıyla iktidar bağımlısı bir medya, ‘’gerçeğe uzak durma’’ halini her gün yeniden üretip duruyor işte.
 
Otomatik pilotta bir sektör. Ve, sanki zaman donup kalmış gibi, bir zamanların ‘’sivilleşme umudu’’ olarak ortaya çıkmış AKP'sinin Başbakan'ı Ahmet Davutoğlu, aynen 12 Eylülcülerin veya 1990'ların asker bağımlısı ‘’sivil giysili’’ iktidarlarının söylemini, aynı otomatik pilot sistemine takmış, anlatıyor da anlatıyor:
 
“Türkiye basın özgürlüğünün sonuna kadar yaşandığı demokratik bir ülkedir ve böyle kalacaktır.''
 
Esasen 'Türkiye'nin basını hepten hür, demokratik bir ülke olduğu değerlendirilmektedir’’ demiş olsaydı, çok daha otantik ve tanıdık gelecekti kulağa, yazık olmuş.
 
Tabii bununla da kalmıyor Davutoğlu'nun ‘’değerlendirmeleri.’’
 
Şöyle devam ediyor:
 
''Ama aynı şekilde bütün medyadan, basın çalışanlarından da beklentimiz Türkiye’nin ortak meselelerinde aynı geminin içinde olduğumuz gerçeğinden hareket etmeleridir.''
 
“Ne 90’lı yıllarda olduğu gibi hükümet indiren hükümet çıkaran bir basın söz konusu olacak ne de baskı altında olan bir basın söz konusu olacak. Herkes işinin gereği dolayısıyla halk önünde gerekirse hukuk önünde hesap vermeye hazır olacak.”
 
‘’Aynı gemide olduğunun farkında olunacak’’ ki, basın ‘’çatlak sesle’’ bu gemiyi sallamasın, sormasın. Sormak, sorgulamak ayıp sayılsın.
 
Bunun örneğini zaten bizzat Davutoğlu-Merkel ortak basın toplantısında da yaşadık. Die Welt gazetesinin muhabiri, gayet basit bir şekilde, Davutoğlu’nun ‘’Türkiye'de hapisteki gazetecilerin durumu hakkında düşünceleri’’ni merak etti ve etmez olaydı.
 
Bu soruyu bile ‘’ustası’’nın izinde ‘’siyasi açıklama’’ ve ‘’hakaret’’ kategorilerine soktu Davutoğlu, ve işini yapan gazeteciyi aşağılayıp, tabii ki kendi işini yapmaktan, yani ‘’soruya cevap vermekten’’ kaçtı.
 
Soruyu sormuş olabilmenin kendisi, bizatihi Türkiye'nin ne kadar özgür olduğunun kanıtları arasına girdi ve yeterli sayılması istendi.
 
Bu komedi gözler önünde oynanıp duruyor ve farkediliyor.
 
Tabii, bunun yanında gözlerden kaçmayan bir de acı gerçek var.
 
Türkiye'de en temel ifade ve medya özgürlüklerini yerle bir eden AKP hükümeti, gazeteciliği tamamen kontrol altına almak için adım üstüne adım atmaya doyamıyor.
 
Gözleri ve akılları, bilinen en ilkel yöntemlerle, patronlar ve amirler üzerinden medya üzerinde bir ‘’üst akıl’’ mekanizması ve ‘’algı yönetimi sistemi’’ kurmakta.
 
7 Haziran günü, öğle saatlerinde, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Istanbul'da, 'Türkiye'deki gazetecilik mesleği için yeni bir ‘’utanç toplantısına’’ ev sahipliği etti.
 
Hürriyet'in 8 Şubat'ta geçtiği haber şöyle:
 
Başbakanlık Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde dün saat 13.30’da gerçekleştirilen toplantıda Başbakan yardımcıları Numan Kurtulmuş, Yalçın Akdoğan, Mehmet Şimşek, Tuğrul Türkeş ve Lütfi Elvan’ın yanı sıra AK Parti Grup Başkanvekili Naci Bostancı, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik ve AK Parti İstanbul Milletvekili Ali Sarıkaya da hazır bulundu.
Yaklaşık 2.5 saat süren toplantıya Doğan Yayın Grubu’nu temsilen Mehmet Ali Yalçındağ ile Doğan TV Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ve Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı, Doğuş Yayın Grubu’nu temsilen Erman Yerdelen, Turkuvaz Medya Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Kalyoncu, Ciner Holding Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Ciner, Ciner Medya Grup Başkanı Kenan Tekdağ, İhlas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Mücahit Ören, İhlas Medya Ankara Grup Başkanı Nuri Elibol Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman, Kanal 7 Genel Yayın Yönetmeni Zahit Akman, Esmedya Yönetim Kurulu Başkanı Ethem Sancak, Star Medya Yönetim Kurulu Başkanı Murat Sancak, Dünya Veb Ofset Yönetim Kurulu Başkanı Didem Demirkent, Milliyet Gazetesi’ni temsilen Demirören Holding Yönetim Kurulu Başkanı Erdoğan Demirören ile Yıldırım Demirören, Yeni Şafak Gazetesi’ni temsilen Albayrak Grubu adına Ahmet ve Nuri Albayrak, Yeni Akit Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Mustafa Karahasanoğlu, Milli Gazete Genel Müdürü Ömer Yüksek Özek, Milat Gazetesi’nden Ali Adakoğlu ve AA Genel Müdürü Şenol Kazancı katıldı.
 
Toplantıda, terörle mücadele, demokratikleşme süreci, yeni anayasa, AB süreci ve siyasi reformlar ileekonomi başlıkları üzerinde durulduğu bildirildi. Ayrıca, başta mülteciler konusu olmak üzere dış politika başlıkları ve ülke gündemindeki diğer konuların da konuşulduğu açıklandı. Katılımcılar arasında, bu toplantıların devamı konusunda genel mutabakata varıldığı da belirtildi.
 
Buna benzer bir toplantı, 2011 sonbaharında, yine kızışan çatışma ortamının ortasında, dönemin başbakanı Erdoğan tarafından düzenlenmiş, medyanın bütün büyük patronları ekipleriyle hazır ve nazır olmuştu.
 
Bu kez da durum aynı. En ufak bir farklılık yok. Sıraya dizilmişler.
 
Aynı gruptan bir kişi de yetmemiş, ‘’ben de ben de’’ dercesine içeri doluşmuşlar.
 
Mutlulukları had safhada.
 
Katılanlar, işverenler. Elbette ki Davutoğlu, bu davete hepsinin de koşa koşa geleceğini biliyor; tecrübeyle sabit. Çünkü bunlar ya doğrudan iktidar partisinin kendi besleme prodüksiyonu ya da ihale bağımlısı, avanta düşkünü, ilkesiz patronaj yapıları.
 
Bir de bahanesi var toplantının. Neymiş, ''terörle mücadele, demokratikleşme süreci, yeni anayasa, AB süreci ve siyasi reformlar ile ekonomi başlıkları, dış politika’’ konuşulmuş.
 
Demek ki uçaklara seçmece doldurulan, çanak sorular sorup aldıkları notları resmi kurum haber bülteni gibi aktaran ‘’gazeteci’’ görünümlü stenografların bu konularda yaptıkları yetmemiş, konular bir de ‘’şunlar yazılsa çizilse ne iyi olur ve de şunlara hiç girilmese’’ tadında, personeli her an işinden etme yetkisine sahip olan işverene de tane tane anlatılmış.
 
‘’Buna ne gerek vardı, zaten iktidar ne derse aynen sanki habermiş gibi yayınlayıp duruyorlar zaten’’ diyebilirsiniz. Haklısınız. Hürriyet'in eski genel yayın yönetmeni de böyle düşünüyor, artık işlerin iyice çığrından çıktığının işaretleriyle hemfikir olarak.
 
Basın toplantılarına ‘’özel seçilmiş’’ gazetecileri çağırmak, diğerlerini zaten dışlamak da kesmiyor.
 
Yetmez.
 
Yetmeyecektir.
 
Buradaki esas mesele, ‘’gerçeklerden tamamen koptuğu’’ artık tescillenmiş bir iktidar kadrosunun, iyice zekasını aşağıladığı bir toplumla gerçekler arasındaki bağları tamamen kesme savaşıdır. Mesele gerçeklerle seçmenin aklı arasına bir duvar çekmek, ve yalan üzerine kurulu bir düzeni kalıcı hale getirebilmektir.
 
Dolmabahçe'ye koşa koşa giden o patron/işveren takımından asla ve asla bir şey beklemeyin.
 
Beklemiyoruz.
 
Medyanın kilit noktalarında, gerçeklerin önüne set çeken ve işi gerçekleri aktarmak olan gazeteci tayfasına tasmaları takanlar da, su geçirmez otosansür sistemini kuranlar da bunlardır. Bu yüzden Türkiye toplumu çok daha fazla yalana, saptırmaya, çarpık habere, kirli dile, ezber tazelemeye maruz kalacaktır.
 
Mevcut iktidar veya başkaları yüz tane daha toplantı yapsalar, ona da katılacakları kesindir.
 
Zaten gördüğünüz gibi, ‘’devamında mutabakata varılmış.’’
 
Çünkü bu medya düzeni ballıdır.
 
Hem iktidarı hem de patronları ihya etmektedir.
 
Bu arada olan gazeteciye, haberciye, ve tabii ki gerçeklere olmaktadır.
 
Pek yakında şunları da okuyacağız, merak etmeyin:
 
''Gazetemizin, iktidarın iltifat ve takdirlerine en layık yayın organı olduğu hararetle değerlendirilmektedir.''
 
Az kaldı.


Bu yazı P24 Bağımsızlık Gazetecilik Platformu'nda yayımlanmıştır.

İlgili Haberler