Gündem

Başbakan başdanışmanı: Muhafazakârlar, ‘kendi’ medyalarından giderek uzaklaşıyorlar

Etyen Mahçupyan: Seçim sonrasında AKP’nin kuşatıcı bir dile dönmesi ile birlikte, laik hassasiyetin ‘siyasi’ işlevi tümüyle ortadan kalkabilir

28 Mart 2015 13:36

“Toplumun laik hassasiyeti taşıyan” kesiminin Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden duygu siyaseti yaptığını söyleyen Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanı Etyen Mahçupyan, “Seçim sonrasında AKP’nin kuşatıcı bir dile dönmesi ile birlikte, laik hassasiyetin ‘siyasi’ işlevi tümüyle ortadan kalkabilir” dedi.

Akşam yazarı Mahçupyan, yazısında “Kutuplaşma atmosferi esas olarak laik hassasiyeti taşıyan, daha siyasi bir dille AKP karşıtı olarak konumlanan toplumsal kesimlerin bakış ve duruşunu yansıtıyor. Onlar ‘kendi’ medyalarında duymak istediklerini duyabiliyor, duygularını soğutabiliyor ya da aksine bu duyguların kabarması yoluyla kendilerini siyasileştirebiliyorlar. Buna karşılık muhafazakâar hassasiyete sahip kesimler, kendilerine belirli bir siyasi kavga dozunu her gün aşılamaya çalışan ‘kendi’ medyalarından giderek uzaklaşıyorlar. Bunu tek tek yayın organlarının performansından da takip etmek mümkün” ifadelerine yer verdi.

Etyen Mahçupyan’ın Akşam gazetesinin bugünkü (28 Mart 2015) nüshasında yayımlanan, “Duygu siyaseti” başlıklı yazısı şöyle:

Siyasi ortam özellikle seçim tarihi yaklaşırken daha da gerginleşmiş gözüküyor. Bunda en önemli etken bizzat siyasetçilerin dili ve söylemi. Böylece saflarını pekiştirmeyi, seçmenlerinin sandığa gitmesini garantilemek istiyorlar. Ayrıca bu türden kategorik gerilim ortamları, siyasetin öne çıkarmasını beklediğimiz gerçek sorun ve çözümlerin tartışılmasını da anlamsızlaştırdığı ölçüde, birçok siyasetçinin işine geliyor. Topluma söyleyecek şeyiniz, geleceğe dair anlatacak bir ‘hikâyeniz’ yoksa gerilim ortamları kurtarıcı bir işlev görür. Karşı tarafla aranızdaki çatışmayı beslediğiniz ve gündemi bu yöne sürükleyebildiğiniz oranda gerçek anlamda siyaset üretme zorunluluğundan da kurtulursunuz.

 

Bu işlev siyasetçinin dışında ama ona paralel çalışan bir başka alana gönderme yapar. Medyaya… Siyasi kavgayı ayakta tutup cazip kılacak, bu çatışmanın ‘hayati’ öneme sahipmiş gibi sunulmasını sağlayacak olan odur. Dolayısıyla gazete ve televizyonların okunma ve izlenme oranları, bunların toplumsal kesimler arasında dağılımı kutuplaşma tartışması açısından da önemli ipuçları sağlar. Eğer siyasette gözüken çatışmanın benzeri toplumsal alanda da mevcutsa, bunun farklı taraftaki medya organlarının performansına yansıması beklenir. Doğal olarak her kesimin gündemi takip etme alışkanlıkları birbirine benzemeyebilir. Ama en azından şu beklentiye sahip olabiliriz: Eğer kutuplaşma toplumsal zemin bulmuşsa, çatışmanın tarafı olan medya organlarının okunma ve izlenme oranlarının eskiye nazaran daha yüksek olması gerekir.    

Böyle bakıldığında Türkiye medyası ilginç bir ‘asimetri’ ortaya koyuyor. Laik ve muhafazakâr hassasiyetlerin taşıyıcısı olarak kabaca iki grupta topladığımızda, laik medyanın toplam pastanın hem yayın organı hem de tiraj ve reyting olarak dörtte üçünü oluşturduğunu görüyoruz. Karşı tarafta ise sadece bu küçük alana sıkışmakla kalmayıp, son beş yılda izlenme açısından da iyice küçülen muhafazakâr medya bulunuyor. Düşünün ki bu durum oyların iktidarla muhalefet arasında neredeyse tam olarak ikiye bölündüğü bir ülkede yaşanmakta…  Demek ki son dönemin siyasi çatışma ortamı esas olarak laik medyaya yaramış. Belki toplamda okunma ve izlenme rakamları yükselmemiş ama toplamdan aldıkları pay ezici bir orana gelmiş.

Eğer medyanın toplumsal kaygı ve beklentileri yansıtmak, onlara hitap etmek ve tercüman olmak açısından gerçek bir işlev gördüğünü düşünüyorsanız, bu tablonun açık bir anlamı bulunuyor: Kutuplaşma atmosferi esas olarak laik hassasiyeti taşıyan, daha siyasi bir dille AKP karşıtı olarak konumlanan toplumsal kesimlerin bakış ve duruşunu yansıtıyor. Onlar ‘kendi’ medyalarında duymak istediklerini duyabiliyor, duygularını soğutabiliyor ya da aksine bu duyguların kabarması yoluyla kendilerini siyasileştirebiliyorlar. Buna karşılık muhafazakâar hassasiyete sahip kesimler, kendilerine belirli bir siyasi kavga dozunu her gün aşılamaya çalışan ‘kendi’ medyalarından giderek uzaklaşıyorlar. Bunu tek tek yayın organlarının performansından da takip etmek mümkün.

Sonuçta AKP’nin iktidar olmasının ve kutuplaşma atmosferi altında siyasetin ortadan ikiye bölünecek şekilde ayrışmasının topluma aynen yansımadığını anlıyoruz. Kutuplaşma kendisini bir ‘kutup’ olarak hisseden kesimlerin enerjisi üzerinden yükseliyor. Mesele Erdoğan’ın üslubu veya söylemi değil. Bunun birçokları için ‘tahrik edici’ olduğu belli ama asıl kritik unsur buna verilen tepkinin niteliği. Erdoğan’ın dili ne gerekli ne de yeterli koşul. Ortada AKP iktidarından ve onun ima etiği gelecekten rahatsız olan, bu rahatsızlığı ontolojik bir kaygıyla birleştiren ve tepkisini öfke ve aşağılamayla dışa boşaltmak isteyen geniş bir kitle var. Bunlar doğrudan Erdoğan’ın karşı kutbu olarak yaşıyorlar… Dolayısıyla da giderek hastalanıyorlar. Çünkü herhangi birinin davranışını kendine referans alarak buradan duygu siyaseti üretmenin kişiye pek yararı olduğu söylenemez. Ayrıca eğer karşı olduğunuz kişi oyların yarısını alıyor ve bunu büyütme istidadı gösteriyorsa, söz konusu duygu siyasetinin herhangi bir siyasi sonucu da olmaz.

Muhafazakâr kesimin de aynı şekilde kutuplaşmaya alet olacağını düşünerek, gerilimin bir açık kavgaya doğru evrileceğini ve böylece iktidarın devrileceğini hayal edebilirsiniz. Ama öyle olmuyor ve olmayacak da… Muhafazakâr kesim basiretini korumakla kalmıyor, kendi iç dönüşümü sayesinde bir melezleşmeye de davet çıkarıyor. Dolayısıyla kutuplaşmanın toplumsal zemini giderek daralıyor. Seçim sonrasında AKP’nin kuşatıcı bir dile dönmesi ile birlikte, laik hassasiyetin ‘siyasi’ işlevi tümüyle ortadan kalkabilir.   

İlgili Haberler