Yaşam

Baran Tursun Vakfı: Türkiye'de cezasızlık ahlâki değer haline getirildi

'Farklı iller de farklı onlarca karakolda onlarca ölüm olayı meydana gelmesine karşın, onlarca karakolun tümünde de güvenlik kameralarının neden işlevsiz kaldığına dair kimse soru sormamıştır'

16 Ekim 2013 17:35

Antalya’da düzenlenen Cezasızlıkla Mücadele ve Eğitim toplantısında Baran Tursun Vakfı sunum yaptı ve stant açtı. Vakıf, yapılan sunumda, "ülkemizde ahlâki değer haline getirilen cezasızlığa dair iş ve işlemler, diğer olaylarda olduğu gibi Baran Tursun olayında daha bariz bir şekilde görmek mümkündür" ifadelerini kullandı.

Baran Tursun Vakfı tarafından yapılan sunumun ara başlıkları:

-Bir polis Baran Tursun’u öldürdü

-Üç polis delilleri kararttı

-On polis yalan tanıklık yaptı

-İki polis trafik kazası raporu düzenledi

-Dört polis sahte belge tanzim etti

*Bu mahkeme kayıtlarından sonra bir savcı ve üç Yargıca da, polise 2 yıl ceza vermek düştü

- “Adaleti tesis edemeyen, taraf tutan bir hakim dünyanın en azılı katilinden daha tehlikelidir” sözü de bize düştü

Baran Tursun davası, Baran Tursun olayı ve Baran Tursun ailesi o kadar ağır hukuksuzluğa ve ağır insan hakları ihlallerine  maruz kaldı ki bu Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna sunulan 18 Mart 2013 tarihli “Hukuk dışı, Keyfi ve Yargısız infazlar” raporuna da yansıtıldı.

BM İnsan Haklar Konseyi Raporu D. Misillemeler başlığı, Madde 72:”2007 yılında seyir halinde iken polis tarafından ölümcül bir kurşunla vurulan Baran Tursun vakasından ve Tursun ailesine karşı, diğerlerinin yanı sıra, mahkemeye hakaret ve mahkemeyi etkilemeye teşebbüs de dahil olmak üzere açılan çok sayıda davadan bahsedilmiştir. Öte yandan, Baran Tursun’u öldüren polis memurlarına yönelik yargılamalar da, yargı sürecinin ve verilen cezaların yeterliliği konusunda soru işaretleri oluşturmuştur”

 

PVSK ve cezasızlık

 

Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu (PVSK) cezasızlığın temel dayanağıdır
Yukarıda esası yazılan Baran Tursun olayı ve davasına da cezasızlığa dair iş ve işlemler yaşama hakkı ve hak arama ihlallerine maruz kalınan tüm olay ve davalarda görmek mümkündür.

Oysa yaşama hakkı ve hak arama, demokrasilerde hiç bir biçimde sınırlandırılması düşünülemeyecek bir haktır. Buna rağmen, en ufak bir hak arama eylemine dahi tahammül edemeyen kolluk, karakollarda ve sokaklarda orantısız güç kullanmaya, şiddet uygulamaya devam etmektedir.

2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununda (PVSK) yapılan değişiklikten sonra polisin; kötü muamele, adam öldürme ve hatta kameraların önünde şiddet uygulama gücü her gün artarak devam etmektedir. Türkiye de Polis şiddeti olağan hale gelmiştir. Dolayısıyla polislerin, olağanlaşan şiddete tereddüt göstermeden başvurmaları sonucunda, yaşama hakkı ihlallerinde önemli artışlar meydana gelmiştir.

Birkaç yıl içinde, onlarcası karakollarda olmak üzere, yüzlerce kişinin ölümünden polis sorumlu tutulmuştur. Dolayısıyla polis yaşama hakkını sürekli ihlal etmiştir. Polisin bu ihlalleri “dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürmesinden tutun, gözaltında ki ölümlere kadar çok geniş bir yelpazede kendini göstermektedir. Öldürme fiili, polisin adeta olağan görevleri arasına girmiştir. Nitekim öldürme olaylarına adı karışan zanlı polisler: “Biz görevimizi yaptık” şeklinde savunma yapmışlardır, zanlı polise göre “Adam öldürmek” görevleri arasındadır.

Örneğin: İzmir’de polis tarafından öldürülen Baran Tursun, Tokat Turhal’da öldürülen Mustafa Uslu, Antalya’da öldürülen Çağdaş Gemik, Şanlıurfa’da öldürülen İ.Halil Çoban, Sivas’ta öldürülen Turan Özdemir, İstanbul’da öldürülen Aytekin Arnavutoğlu, Feyzullah Ete ve Ankara’da öldürülen Soner Cankal olaylarına karışan polislerin tümü: ”Ben görevimi yaptım” şeklinde özetlenebilecek savunmalar yapmışlardır.

Bu savunmalar neticesinde, failin polis olduğu bu davalarda polisler genellikle beraat etmişlerdir veya sembolik cezalarla dosyalar kapanmıştır.  Devlete karşı ve devletin işlediği suçlara, yargının farklı bakışı; Türkiye'de yargının düştüğü açmazı ve itibarsızlığı beraberinde getirmiştir. Yargı, evrensel hukuktan ve adaletten uzaklaştıkça toplum vicdanında daha fazla itibarsızlaşmıştır.

Devletin sorumluluğu ve kavga süreci:Yaşama hakkının korunmasında devletin sorumluluğunun tartışılır yanı olmaz, devletin sorumluluğunun tartışılır duruma gelmesi ise, uzun yıllar vatandaşın devletle yaşayacağı bir kavga süreci haline getirmiştir. Baran Tursun ailesi bu örneklerinden bir tanesi dir.Yaşama hakkı ihlal edilenlerin çoğu politik, siyasi yönü olmayan, polisten kaçmayı bile bilmeyen 20 yaş ve altında olan gencecik çocuklardan oluşmaktadır.

Baran Tursun İzmir’de bir polis tarafından öldürüldü. İzmir valiliği ve Emniyet Müdürlüğü olayı önce inkar etmeye çalıştılar. Emniyet müdür yardımcısı Baran’ın babası Mehmet Tursun’a:”Polis hiç vatandaşını öldürür mü, kim ki polis yaptı demişse yalan söylüyor, Benden önceki nöbetçi amiri ‘Baran Tursun trafik kazası yapmıştır’ notu vukuat defterine yazmıştır’ dedi. Bu konuşma ve görüşmelerden bir kaç saat sonra emniyet Baran’a polislerin ateş ettiğini kabul etmek zorunda kaldı.Bundan sonraki resmi söylemler de şablon:”Baran’a “Dur” denilmiş durmamış, polis de ateş etmiş, biz de üzüldük, adalete güvenin, olan olmuş, ölenle ölünmez” gibi devlet’te görev yapanların inandırıcılıktan uzak söylemleriyle karşı karşıya kaldık.

Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir’de bir grup tetikçi sivil şahısların ve polisin işbirliği sonucu öldürüldü. Korkmaz’ın ölüm nedeni ve kimler tarafından öldürüldüğü belli değilken, vatandaşı korumakla görevli Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna, Ali İsmail Korkmaz'ın ölümüne neden olan darp olayını polisin yapmadığını söyleyerek, "Kendi arkadaşlarına bile zarar verip 'polis yaptı' süsüne büründürmeye çalışıyorlar" dedi. Ancak oluşturulan kamuoyu baskısı sonucu soruşturma işlemlerinde ciddi ilerleme kaydedilmiş,  karartılan deliller aydınlatılmış ve Eskişehir valisi Azim Tuna’nın dediği gibi, Korkmaz’ı arkadaşları değil, polis ve tetikçi tabir edilen bir kısım sivil şahıslar tarafından öldürüldüğü ortaya çıktı. Vali bu beyanı ile Mahkemeyi ve soruşturmada görev alan emrindeki polis memurlarını etkilemeye çalışmıştır. 

Ali İsmail’in öldürülme şeklini saklayıcı ve çarpıtıcı bilgiler vermekle de kamuoyunu yanıltmış ve cezasızlık sürecini başlatarak adil yargılamayı etki altına almıştır.

 

Delil karartma ve gizleme

 

Ölümlü bir dosyanın cezasızlıkla sonuçlanmasının ilk süreçlerden bir de delil karartmak veya gizlemektir, bunu da soruşturma işlemlerinde görev alan görevliler tarafından itina ile yapılmaktadır.

 

Gözaltı ölümleri ve cezasızlık

 

2007 PVSK’dan sonra yüzlerce kişinin yaşama hakkı elinden alınırken, bu yaşama hakkı ihlallerin onlarcası polis karakollarında meydana gelmiştir. Güvenlik kameraları, gözaltına alınanları ve dürüst olmayan kolluk güçlerini izlemek, asılsız işkence ve hak ihlalleri iddialarına karşı kanıt toplamak, karakolları ve dolayısıyla nezarethaneleri gözetim altında tutmak için geliştirilen bir sistemdir. Sistemin amacının bu olduğu gerçeğine karşın, farklı iller de farklı onlarca karakolda onlarca ölüm olayı meydana gelmesine karşın, onlarca karakolun tümünde de güvenlik kameralarının neden işlevsiz kaldığına, neden kayıt yapmadığına dair, yargılamayı yapanlar dahil hiç kimse merak edip sormamıştır. Ölüm olaylarının meydana geldiği tüm polis karakollarında, istisnasız tüm güvenlik kameraları ya arızalı olmuş, ya da kayıt yapmamıştır, durum böyle gösterilince gözaltı merkezi üzerinden işlem yapmak veya delil toplamak mümkün olmamıştır, dolayısıyla kötü muamelenin ve ölüm olaylarının cezasız kalması kolaylaşmıştır.

Baran Tursun vakfı, çoğunluğu cezasızlıkla sonuçlanan ve kamuoyunda “Karakol ölümleri” olarak yansıtılan gözaltında ki ölüm olaylarını ve işlevsiz bırakılan güvenlik kameralarına dair hazırlanan raporu, TBMM’de grubu bulunan tüm siyasi partilere, bu partilere mensup tüm milletvekillerine, TBMM İnsan hakları inceleme komisyonuna, İçişleri Bakanlığına ve Emniyet Genel Müdürlüğüne bildirilerek olayların aydınlatılması yönünde talepte bulunmuştur.


Milletvekili Levent Tüzel, Sebahat Tun cer ve Mahmut Tanal İçişleri Bakanlığının cevaplandırılması talebiyle soru önergesi vermeleri dışında, anılan kurumlardan yazılı bir cevap gelmedi. Ancak, yapılan görüşmelerde Baran Tursun vakfının karakol ölümleri ve güvenlik kameralarına dair raporunu önemsediklerini defalarca söz konu yapmışlardır.

Karakol ölümleri ve işlevsiz bırakılan güvenlik kameralara dair Baran Tursun vakfı raporları yazılı ve görsel medyada yer almak suretiyle o kadar etkili oldu ki Eylül 2013 tarihinde İçişler Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü tüm il emniyet müdürlüklerine kısaca ‘Karakolların her bir santimetre karesini gözetleyecek şekilde güvenlik kameralarını yerleştirilmesi’ yönünde genelge yayınlamıştır. (Genelgenin geniş özeti, 06.10.2013 tarihinde yazılı ve görsel medyada geniş yer almıştır)