Söyleşi

Balbay'ın darbe günlüğünü yazmaması vahim hata, affetmem!

Hikmet Çetinkaya, www.t24.com.tr’nin sorularına tartışma yaratabilecek cevaplar verdi.

19 Ocak 2010 02:00

Selin ONGUN
[email protected]



"Yılbaşında televizyonları seyredince Türkiye’ye irtica-mirtica gelmez dedim, ortalık ayağa kalktı (…) Kimse asker darbe yapacak diye siyaset yapmasın. Artık Türkiye’de askeri darbeler dönemi kapanmıştır.”


Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Yayın Kurulu Başkanı İlhan Selçuk’un bu sözleri, geçen hafta Cumhuriyet gazetesi yazarı ve Yayın Kurulu üyesi Hikmet Çetinkaya’nın sütununda yer aldı. Çetinkaya, Selçuk ile yaptığı sohbetin içeriği ve renginde şaşılacak bir durum olmadığını dile getiriyor. Ergenekon süreci ile birlikte Cumhuriyet gazetesine yöneltilen eleştirileri ise kitabın ortasından konuşarak, açık sözlerle cevaplıyor.


Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanan Mustafa Balbay'ın, Çetinkaya'nın affetmediği vahim hatası ne? Balbay, Cumhuriyet Ankara Temsilciliği'ne dönecek mi? Cumhuriyetçiler “Tehlikenin farkında mısınız?” kampanyasından pişman mı? Cumhuriyet’in yeni yayın politikası ne olacak? İlhan Selçuk sonrasında Cumhuriyet değişecek mi? Gazetenin yeni yazar kadrosunda örneğin Hasan Cemal gibi bir isim de yer alabilir mi? Hasan Cemal'e gönderdiği mesajda ne dedi? Ergenekon iddianamelerinden sonra Cumhuriyet ile ilgili özeleştirisi ne oldu? Uğur Mumcu suikastı haberlerinde gazetecilik adına hata yapıldı mı? Cumhuriyet’te türbanlı-başörtülü bir gazeteci çalışabilir mi?


Çetinkaya, www.t24.com.tr’nin sorularına tartışma yaratabilecek cevaplar verdi.



Bir süredir İlhan Selçuk ile yaptığınız sohbetleri yazıyorsunuz. Bu yazıları, “İlhan Selçuk’un yeni söylem ile Cumhuriyet’in mevcut yazarları arasında ciddi bir uyuşmazlık var” şeklinde okuyanlara ne dersiniz?


İlhan Selçuk’un “Türkiye’de darbe olmaz” ya da “Televizyonu izledim şeriat-meriat gelmez” sözlerini kast ediyorsanız orada bir ironi var aslında.


Nedir o ironi?


İlhan Selçuk’un sözlerine sanki yeni bir şey gibi yaklaşılıyor oysa İlhan Abi öteden beri Türkiye’de askeri darbelerin artık sona erdiğini zaten yazıyor, yazmış. İlhan Selçuk aydınlanma devrini savunur, gericiliğe, faşizme karşı açık seçik tavır alır. Kimsenin cesaret edemediği yıllarda Türk ve Kürt şovenizminden söz eder, Kürtler’e kültürel, sosyal hakların verilmesini savunur. Ama şu var; İlhan Selçuk ve ben, bazı kişilerin yaptığı gibi tarikat şeyhleri ile birlikte olan dönek Marksistlerden, kendilerini liberal olarak gören, 12 Eylül sürecinde Kenan Evren’in masasında, 1983’ten sonra Turgut Özal’ın masasında oturanlardan, 2002’de AKP iktidar olduktan sonra Erdoğan’a ibrikçilik yapanlardan değiliz.


Soru şuydu:  İlhan Selçuk’un son sözleri ile Cumhuriyet’in mevcut kimi yazarlarının söylemleri arasında uçurum var. Katılıyor musunuz?


Cumhuriyet gazetesinde Ataol Behramoğlu mu faşist? Deniz Kavukçuoğlu mu, Nilgün Cerrahoğlu mu darbeci? Şükran Soner mi Ergenekoncu?


Bir saniye, kimseye faşist ya da darbeci demedik. Şöyle somutlaştıralım: Mehmet Faraç’ın, Ümit Zileli’nin ya da başka isimlerin yazılarından çıkış alıp “İşte bunları yazmışlar” demek manasız. Ancak basit bir örnek verelim: Saygın bir hukukçu olan Mümtaz Soysal’ın Kürt sorunun çözümü için mübadele önerdiğini de hatırlarsınız.


Mümtaz Hoca’yı örnek verdiniz o halde ben de bir örnek vereyim; bizde Mümtaz Soysal var ama Hasan Celal Güzel yok. Kaldı ki bir gazetede bütün yazarların aynı görüşte olması mümkün değil.


‘Cumhuriyet yazarlarından İlhan Abi’ye dönek diyen çıkmaz’


Elbette öyle ama yarın öbür gün son sözlerini işaret ederek İlhan Selçuk’a “Seni gidi dönek” diyen çıkmasın?


(Gülüyor) Öyle bir şey olur mu? Bu döneklik değil. İlhan Selçuk okuyanlar onun geçmişte de aynı sözleri yazdığını görür. Bakın, Cumhuriyet özgür bir platformdur. En basiti 28 Şubat sürecindeki tavrımız. 28 Şubat’ta kimi yazarlar gazetelerinden bir telefonla atılırken bize de o yerlerden telefon geldi. İsim de söyleyeyim; Özkasnak (28 Şubat döneminde Genelkurmay Genel Sekreteri olan emekli Tümgeneral Erol Özkasnak) beni aradı. Kendisine “Hayır, onlar bu gazetede yazmaya devam edecekler” demişimdir.


28 Şubat’ta Özkasnak'ın tasfiyesini istediği Cumhuriyetçiler


Kimlerin tasfiyesi istenmişti?


Oral Çalışlar, Aydın Engin bir de Erzurum muhabirimiz.  Yani bizim tavrımız dün de bugün de bellidir. Eğer şunu soruyorsanız; İlhan Selçuk “Şeriat tehlikesi yok” dedi. Ama siz iki yıl önce “Tehlikenin farkında mısınız?” dediniz. Seçim öncesi belki bir siyasi parti gibi gözükmemizi, yayın politikamızı, işte bunları  tartışabiliriz. “Tehlikenin farkında mısınız?” demek sadece şeriat ile sınırlı bir olay değildir. Biliyorsunuz AKP iktidarını 2004’te öven pek çok yazar bugün Türkiye’de tek parti sistemine gidildiğini söylüyor,  baskıcı bir rejimin tek adamlık olduğu yolunda tartışmalar var. Biz ise “Şeriat geliyor” derken İran’daki, Suudi Arabistan’daki ya da Sudan’daki gibi bir şeriattan söz etmiyoruz.


‘Türkiye’ye şeriat İran’daki gibi gelmez, ama Malezya olabilir’


2007’deki kampanya sırasında da böyle mi düşünüyordunuz?


Tabii. Türkiye’ye şeriat İran’daki gibi değil ama Endonezya, Malezya gibi gelir. Bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin elindeki köşkler ve kasırlarda alkollü içki hatta bira satışı yasaklanmasına, Anadolu’nun pek çok kentinde alkollü restoranların olmamasına, bir üniversite kenti olan Urfa’da içkili bir tek lokanta bulunmamasına ne diyorsunuz siz?


İlhan Selçuk’un “Şeriat gelmez” sözlerinden sonra gazete içinde “Keşke ‘Tehlikenin farkında mısınız’ kampanyasını yapmasaydık” gibi bir değerlendirme oldu mu?


Hayır, öyle bir şey olmadı.


2010’da seçim olsa böyle bir kampanya yapar mısınız?


Hayır, yapmayız. Yapılmış bir kampanyayı neden bir daha yapalım?


‘Yeni kampanyada saati geriye alma içeriği olmaz’


Yeni kampanyanızda “Tehlikenin farkında mısınız?” şeklinde bir içerik olur mu?


Bu şekilde tehlikenin farkında mısınız ya da tik tak saati geri alma gibi bir kampanya yapmayız. Farklı bir kampanya yaparız. Ama 2010’ da nasıl bir kampanya yapacağımızı henüz tartışmadık.


İlhan Selçuk’tan sonra ne olacak; bunu aranızda tartışıyor musunuz?


İlhan Selçuk Yayın Kurulu Başkanı. Gazeteyi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız yönetiyor biliyorsunuz.


Ergenekon iddianamesinin ek delil dosyalarındaki bir telefon konuşmasından öğreniyoruz ki, İlhan Selçuk da soruyor: “Diyelim ki ben yokum, ne yapacaksınız?”


Vakıfta çok değerli arkadaşlarımız var. Bir vakıf yönetimi var. Şimdi İlhan Abi yaşıyor, sağlık durumu da  gayet iyi. Onun manevi varlığı bizi ayakta tutuyor. Bazı gazete haberlerindeki gibi İlhan Abi’nin öyle çok ağır bir durumu yok. 15 gündür evinde. Fizik tedavisi sürüyor.


‘Hasan Cemal liboş değil liberal’


Dönek, liboş… Bu kelimeleri yazılarınızda da sık kullanıyorsunuz. Bu kelimelerdeki ısrarınız niye?


Tabii kullanıyorum. Liberal olmak başka, liboş olmak başka. Dünyayı iyi algılayabilen, Erdoğan’ı demokrasinin ve özgürlüklerin simgesi olarak görmeyen liberaldir.


Tanımınıza göre Hasan Cemal liberal mi, liboş mu?


Hasan liberal. Kızı Elif geçenlerde söyleşisinde çok güzel anlatmış. Onun bir dünyası var, Hasan Cemal’in düşlerindeki demokrasi ve özgürlükler benim de düşlerimde. Ama unutuluyor; Türkiye henüz sözlü kültürden yazılı kültüre geçmedi.


‘Liboşlar ikiye ayrılır; takkeliler ve takkesizler’


Size göre bunu unutanlar da liboş mu oluyor?


Liboşlar kendilerini biliyor. “Gorbaçov’la Erdoğan aynı işi yapıyor” diyen Ali Bayramoğlu liboş. Bunlar da ikiye ayrılıyor; takkeli ve takkesiz liboşlar. Bir başka liboş örneği; mümtaz bir kişi o. Çiller’in danışmanı, Susurluk’ta her şey ortaya dökülünce “Devlet için kurşun atan da yiyen de birdir”in mimarı.


Ahmet Altan liboş mu?


Liberal.


“Liboş, dönek” gibi kelimeler kullanarak eleştirilerinizin kalitesini örselemiyor musunuz?


Hayır efendim.


‘Bana Ergenekoncu diyecek adamın alnını karışlarım’


Size “Cuntacı, darbeci” dendiğinde nasıl hissediyorsunuz?


Bana kimse cuntacı, darbeci diyemez. Bana kimse Ergenekoncu diyemez. Onu diyecek adamın alnını karışlarım. Ben ne diyorum;  Ergenekon’dan yargılanan arkadaşlarımız var. Ben Ergenekon çok önemli bir olaydır, diyorum. Ama ekliyorum; bu iş sulandırıldı. Darbe günlüklerini yazan amiral dışarıda olacak, tutuklu Mustafa Balbay’ın günlükleri o davanın omurgası sayılacak. Bu mu hukuk?


İddianameleri okuduktan sonra Cumhuriyet ile ilgili bir özeleştiri süreci yaşadınız mı siz?


Cumhuriyet, bu davanın mağduru aynı zamanda. Öyle bir hale getirdiler ki, İlhan Selçuk kendi gazetesini bombalattı neredeyse! Cumhuriyet’e bu kadar acımasızca saldırılmaz. Birileri tarafından vicdansızca gerçekle örtüşmeyen o kadar çok haber yapıldı ki.


‘Balbay’ın darbe günlüklerini yayımlamaması vahimdir, affedemem’



Diğer yandan kriminal raporlar ile ortaya konan gerçekler var. Darbe günlüklerinin Nokta dergisinde yayımlanmadan sekiz ay önce Balbay’ın elinde olması gazetecilik açısından aynı ölçüde vahim mi?


Vahimdir.  O belgenin Nokta’nın eline geçmeden sekiz ay önce Mustafa Balbay’ın elinde olması ve onu yayımlamaması bence en büyük gazetecilik hatasıdır. Bu yüzden Mustafa Balbay’ı affetmem. Öyle bir haber benim elimde olacak da ben onu yazmayacağım! Zaten Mustafa Balbay o haberi yazsaydı bugün tutuklu değildi.  Onun Mustafa Balbay’ın elinde olduğunu da ne İbrahim Yıldız, ne Cüneyt Arcayürek ne yazı müdürü ne de haber müdürü bilebilir.  Ama öyle bir haber bizim elimize gelseydi manşetti. Gazeteci bu tür haberleri arşivlemez, yayınlar. Bu kadar basit.


Balbay Ankara Temsilciliği'ne dönecek mi?


Tutukluluk hali sona erdiğinde Balbay Ankara temsilciliğine dönecek mi?


O şu aşamada konuşulan bir olay değil.


Hâlâ Yayın Kurulu'nda mı?


Evet. Vakıf Yönetim Kurulu'nda ve Yayın Kurulu'nda. Sadece şirketten ayrıldı. Onun yerine Soner (Şükran Soner) şirket yönetim kurulunda.


‘Keşke Balbay notlarını dizi yapsaydı, Danışma Kurulu'nda o kadar asker olmasaydı'


Darbe günlükleri elinize geçseydi manşet yapacağınızı söylediniz. Gazetecilik nosyonu itibariyle Balbay’ın Ankara Temsilciliği'ne dönmesine itirazınız olur mu?


Bunu şu anda konuşmuyoruz. Ortada tutuklu bir insanın durumu var. Sonra işin bir de insani boyutu var. İddianameyi de okudum, Balbay’ın savunmasını da izledim. Kendisi neden yayımlamadığını söyledi. Böyle bir belge benim elime geçseydi araştırıp emin olurdum. Çünkü böyle belgeler emin kaynaklardan gelir, Uğur Mumcu’dan bilirim.


Tüm bu süreçte “Biz de gazete olarak şu konularda hata yaptık” dediniz mi?


İşte söylüyorum, hatalar yaptık. Mesela danışma kurulunda o kadar asker olmamalıydı; ben bunu hep eleştirdim. Sonra keşke Mustafa Balbay darbe günlüklerini haber yapsaydı. Keşke 2006’da tuttuğu notlarını da yazı dizisi yapsaydı. Bunlar benim kişisel görüşüm; gazetecilik olarak affedilmeyecek şeylerdir. Bunun dışında Cumhuriyet’in daha dinamik olması gerek. Daha çok demokrasi daha çok temel hak ve özgürlükler peşinde koşmamız gerektiğini görüyorum.


‘Hasan Cemal’e paramız yetmez’


Bu istediğiniz dinamizme direnen ve değişmeyen bir yapı mı var?


Öyle bir yapı yok.


O halde bu dinamizm neden gerçekleşmiyor?


Olacaktır. Genç yazarlar olacaktır, ama o yazarlar “Nişantaşı’nda filanca restoranda filanca yemeği yedim” yazıları yazmayacaktır.


Kimler yazsın isterdiniz?


İlk aklıma gelenler Nuray Mert, Aydın Engin…


Emin Çölaşan?


Tabii, Emin Çölaşan’ın da, Bekir Coşkun’un da yazmasını isterdim.


Hasan Cemal?


Bu çok abuk bir soru.


Neden?


Hasan Cemal’e bizim paramız yetmez.


'Hasan Cemal'e e-mail attım: Haklılık yüzde 50 yüzde 50'dir'


Hasan Cemal’i Cumhuriyet’in başında görmek ister miydiniz?


Hasan Cemal benim yaşımda artık. Ben de 67 yaşındayım. Bizim yöneticilik yapma dönemimiz bitmiştir. İbrahim Yıldız var, gazeteyi gayet güzel yönetiyor. Sonra Hasan Cemal o gazeteyi tek başına yapmadı.


Hasan Cemal- İlhan Selçuk kavgasından yıllar sonra Hasan Cemal’in haklı olduğunu ona teslim eden bir mektup yazdığınızı duyduk. Türk basın tarihi nezdinde önemli bir yer kaplayan bu görüşü neden kamuoyuyla paylaşmadınız?


Kitabında var Hasan’ın o. Sonra o mektup değil.


E-mail olabilir mi?


Öyle bir mektup yok, bir e-mail attığımı hatırlıyorum.


Neden kamuoyuyla paylaşmadınız?


Anılarımda yazacağım. Orada kitabında var. Orada olay yüzde elli, yüzde ellidir. O olay, farklı bir olaydır; bunu böyle bir söyleşide tartışmak istemiyorum. Benim de anılarımda yazacağım şeyler var. Ki yazıyorum. Bakın ben Hasan Cemal’i insan olarak çok severim. Beni yazar yapan Hasan Cemal’dir. Bakın, biri yüzde elli, diğeri yüzde kırk dokuz haklıdır, demiyorum. Olay yarı yarıyadır. Orada Emine Uşaklıgil’in gazetenin ortağı olarak sergileyeceği tavır çok önemliydi. O yazarlarla o gazete satıyordu. Sattığını da gördüm. Burada “şu haklıdır şu haksızdır” hikâyesine girmek istemiyorum. Şimdi son Yayın Kurulu toplantısında İlhan Abi’nin, “Hasan yapma sonra Babiali’ye leblebi taneleri gibi dağılırız” sözlerini de hatırlıyorum. O toplantıdaki Yalçın Bayer, Ahmet Tan, Hasan Cemal, Oktay Akbal, Ali Sirmen hepsi hâlâ hayatta.


‘İlhan Selçuk’un MHP ile koalisyon görüşüne katılmadım'


Leblebi gibi dağıldığınızı düşünüyor musunuz?


Dağıldık tabii. Dağılmasaydık daha güçlü olurduk. Ben gazetenin ortağı olsaydım o kadroyu asla dağıtmazdım. Bunu bir şekilde duygusallığa indirgeyerek söylemiyorum. Bakın mesela Oral’la (Oral Çalışlar) bizim fikirlerimiz pek çok konuda örtüşmez. Ama buradayken ben ona “liboşum” derdim. O da bana “Nasılsın liboşum” diyerek karşılık verirdi. Aydın’la (Aydın Engin) da öyle. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Hiçbir kavgamız olmadı, burada kendilerini ulusalcı olarak gören birçok kişiden çok daha yakın dostluğumuz oldu pek çok arkadaşla.


MHP ile koalisyon öneren İlhan Selçuk sizi bir ulusalcı olarak ne kadar temsil ediyor?


Beni temsil etmez. O görüşe katılmadığım için bir yazı da yazdım. İlhan Selçuk’u kıble olarak göremezsiniz. Ama İlhan Selçuk’un felsefi boyuttaki yazılarından, birikiminden faydalanırsınız. Sonra İlhan Selçuk kimsenin, hiçbir  yazarın yazısına karışmaz.


‘Hasan Cemal ziyaretine gitsin, İlhan Abi, hoş geldin, der’


Ergenekon iddianamesinin ek delil klasörlerinde yer alan telefon konuşmasından öğreniyoruz ki, İlhan Selçuk Turgay Ciner ile görüşmeye gideceği sırada sizin Ciner hakkında olumsuz bir yazı yazmanızı “Haberim olsaydı yazdırmazdım” diyerek değerlendiriyor. Bu karışmak değil mi?


Yanlış, o da yanlış.  Turgay Ciner değil Ahmet Çalık o.


İsim değişikliği yazınızı yayımlatmayacağı konusundaki sözünü değiştirir mi?


O dönemde Merkez Dağıtım’da basılıyorduk, Sabah dağıtıyordu gazeteyi. İlhan Abi de muhtemelen bana şöyle derdi: “Bugün Çalık’a görüşmeye gidiyorum. Etik olarak aynı gün gazetede böyle bir yazı olması hoş olmaz. O ifadelerini yazıdan çıkarır mısın?” İlhan Abi çok nazik bir adamdır. Kimseye karşı düşmanlık gütmez. Sinir uçları yoktur onun. Bugün Hasan Cemal ziyaretine gitsin, “Hoş geldin” der. Düşüncelerini beğenmeyebilirsiniz,  o da ayrı bir şey. Sorunuza geleyim, ben de “Çıkarırım abi” derdim. İki gün sonra da tekrar yazardım. Ben burada hiçbir baskıya uğramıyorum. Baskıya uğradığım anda giderim.


‘İlhan Abi, bizim Hikmet çatlaktır, der, gocunulacak bir şey yok'


Yine telefon konuşmalarında İlhan Selçuk sizin için “Hikmet’ten adam olmaz” gibi sözleri vardı. Orada bir yanlışlık var mı?


O konuşmalar çıkınca “Bizim Hikmet delidir” diye bir yazı yazmıştı. “Hikmet’ten adam olmaz” da der, “Çatlak Hikmet” de der. Bunlar da gocunulacak bir şey yok. Gazeteci dedikoduları hep olur. Şimdi siz Aydın Engin ile beraber çalışıyorsunuz. Bir köşeye çekilip, şunları konuşmuyor musunuz? Eğer o gün Oya (Oya Baydar) giydirmemişse Aydın’ın bir çorabı beyaz diğeri siyahtır ya da kazağını ters giymiştir. Ben buna çok tanık oldum.


‘Mumcu cinayetinin İran tarafına çekilmesinde hata yaptık’


Tanık olduğunuz bir başka dönemden bahsedelim. Biliyorsunuz, Özgür Mumcu, “Babamı İslamcıların öldürmesi için bir neden yok” dedi. Mumcu’nun değerlendirmesini nasıl okudunuz?


Bakın bütün cinayetlerde hep bir büyük patron vardır. Tetikçiler ayrıdır. Bu tetikçiler dinci terör örgütünden olabilir, kendini solcu zanneden bir terör örgütünden de. Oradaki asıl konu tuğla  hikâyesidir. Mehmet Ağar’ın Güldal Mumcu’nun ısrarı üzerine “Tuğla’yı çekersek duvar üzerimize yıkılabilir” sözlerini unutmamak gerek. Hiç unutmam, Uğur Mumcu öldürülmeden üç gün önce, “İlhan Abi seni ve beni öldürecekler” dedi. Ve yine unutmam; Uğur’un ölümünden sonra dönemin İçişleri Bakanı, Emniyet Müdürü bize “Eğer içeriden bir örgüt ise bir haftada bulunur” demişlerdi. Sonra olay İran tarafına filan çekildi, biz de orada gazete olarak hata yaptık. Uğur Mumcu’nun tetikçileri de Muammer Aksoy’unkine bağlandı. Uğur Mumcu cinayeti ile Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri de farklıdır. Uğur’u öldürmek, yok etmek için katlettiler.


“Konuyu İran tarafına çekerek gazete olarak biz de hata yaptık” sözlerinizi açar mısınız?


Evet o haberlerde hatalar yaptık. İran filan dedik, sonra neyse onu toparladık.


Ama “Laik aydını gericiler öldürdü” içeriği yıllarca sürdü, değil mi?


Şimdi bir defa “Müslüman adam öldürmez” hikâyesine bir defa girmeyin.


‘Ergenekon davası önemlidir, ama bu dava sulandırıldı’


Her aydın suikastından sonra kurulan “Türkiye’nin laik rejimine saldırı” denkleminden söz ediyoruz. Bu konuda habercilik adına hata yaptığınızı düşünüyor musunuz?


Haberde hatalar olmuştur ama ben şunu söylüyorum. Hizbullah’ı bu devlet kurdurdu, yıllarca da bu devlet sakladı. Hizbullah’ın Batman Jandarma Alay Komutanlığı’nda eğitildiği Meclis Faili Meçhul Araştırma Komisyonu’nun yazısında var. Uğur Mumcu cinayetinde bana sorarsanız, kontrgerilla elbette bu işin içinde vardır. Bakın başka bir şey; ben hiçbir zaman için bu tür faili meçhul cinayetler söz konusu olduğunda “Bunun görüşü bana ters” deyip kulağımın üstüne yatmadım. Necip Hablemitoğlu evinin önünde öldürüldü, düşüncelerini beğenmeye bilirsiniz. O pek demokrat liberal gazetecilerin  “Hablemitoğlu cinayeti neden aydınlatılmıyor?” diye yazmayı bırakın, “Neden tetikçileri bile hâlâ bulunamadı bu cinayetin?” diye yazdığını gördünüz mü? Ben görmedim. İnsanlık, vicdan, sevgi yok oldu; bunların hepsini bir kenara attık. “Ergenekon davası önemlidir” diyerek ekliyorum; ama bu dava sulandırıldı. Hemen “Sen darbecisin” diyorlar. 12 Mart’ta, 12 Eylül’de içeri giren biziz şimdi demokrat olmayan da biziz.


‘Cumhuriyet’te asla başörtülü çalışamaz’


Siz türban yasağına hâlâ karşı mısınız?


Onun adı sıkma baş, türban değil.


Örtü yasağına karşı mısınız?


AİHM’in (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) verdiği bir karar var. “Laik demokratik üniversitelerde okuyanlar bu kurala uymak zorundadır” dendi. Bugün hangi Ortadoğu ülkesinde kadınların böyle örtündüğünü gördünüz? Analarımızın örtüyü bağladığı şekli söylemiyorum.


Cumhuriyet’te bir başörtülü çalışabilir mi?


Asla.


Annelerinizin örtündüğü gibi örtünse?


Olmaz efendim öyle bir şey yok. Siyasal simge onlar.


Başörtüsü taktığı için her gazetede çalışamayan meslektaşlarımız size ne ifade ediyor?


O zaman erkekler de cübbe sarık giyip gelsinler.


‘Erdoğan’ın eşi ile Bayan Esad'ı görünce yüreğiniz sızlamıyor mu?’


Sarık ve cübbe ile başörtüsü aynı mı sizin için?


Aynı şey. Erdoğan’ın eşi ile Suriye’deki Esad’ın eşi yan yana durduğunda yüreğinizde bir sızı duymuyor musunuz? Biri laik demokratik cumhuriyetin Başbakan’ının eşi diğeri Baas yönetimdeki bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nın eşi. Baktığınızda bir eziklik duymuyor musunuz?


Bayan Esad’ın yanında Semra Özal olsaydı eziklik yerine gurur duyar mıydınız?


Bu soru olmaz, soru bu değil. Başka bir şey söylüyorum ben. Bunları tartışmayalım isterseniz.


Söyleşinin başındaki “dönek, liboş” sorularımızı da benzer bir pencereden sormuştuk: Neden sizinle aynı fikirde olmayan bir insanla tartışamıyorsunuz?


Aynı fikirde olmayan insanın bilgi birikimi benim düzeyimde olursa tartışırım.


Şimdi de bilgi düzeyimin size eş olmadığını ima ederek aynı çıkmaz yere geliyorsunuz.


Bunu sizinle ilgili olarak söylemedim. Örneğin televizyonda bir tartışma programına davet edildiğimde abuk sabuk insanlar olduğunda katılmıyorum. Ama mesela Nazlı Ilıcak varsa oturup tartışırım.


‘O beni değil, ben Fehmi Koru'yu tokatlamıştım'


Yıllar önce Fehmi koru ile katıldığınız tartışma programı için pişmanlık duyuyor musunuz?


Hayır.


Sizi epey tokatlamıştı, değil mi?


Hayır, ben onu tokatlamıştım.


Tekrar soralım: Bugün Koru ile tartışabilir misiniz?


Yok tartışmam.


Neden; bilgi düzeyiniz aynı olmadığı için mi?


Hayır, ondan değil insanlar değişiyor. Aradan geçen 15 yıl insanı daha farklı bir noktaya getiriyor. Ben 40 yaşındaki Hikmet Çetinkaya değilim. Şimdi 67 yaşındayım. Yaşama daha sevecen bakmayı, daha farklı bakmayı öğrendim. (Bir süre çocuklarından bahsediyor ve konuya şöyle devam ediyor) Şimdi ben bu dincileri iyi tanırım. Bunlar sahtekârın tekidirler.


‘Dinciler pisliğin tekidirler’


Hepsi mi öyledir?


Hepsi öyledir. Açık söyleyeyim; hepsi öyledir. Her türlü pislik bunlardadır. Ahmet Hakan çok güzel anlatıyor. Bunlar pisliğin tekidirler.


Böyle bir genelleme sizin aklınıza yakışıyor mu?


Yakışıyor tabii. Bakın Müslümanlar demiyorum, dincilerden söz ediyorum. Fethullahçılar Le Monde’un İstanbul muhabirini Paris’teki okullarına götürdüler. Muhabirin yazısının yarısını işlerine gelmediği için çıkararak yayımladılar. Yeni Şafak’ta Kürşat Bumin Fethullahçılar hakkında ne yazdı? Tipik örnekler veriyorum size. Bunlar sahtekâr.


Somut bir değerlendirmeden uzak bir genelleme olmadı mı bu?


Siz şu anda tarafsınız, onları savunuyorsunuz burada.


Kendini dindar olarak tanımlayan biri “Bu ulusalcıların, Kemalistlerin hepsi sahtekâr” derse ve bu sözü sorgularsak, yine taraf olur muyuz?


Ben dindarlar demedim, dinciler dedim.


‘Başbakan’ın uçağına davet edilsem giderim’


Somutlaştırın o halde, kim bu sahtekâr dinciler?


Bakın bir örnek; Ahmet Taşgetiren dinci değil. Vakit gazetesini alın bakın.


Diyelim ki Başbakan’ın uçağında Vakit’in bir temsilcisi ile karşılaştınız. Medeni düzeyde diyalog kurabilir misiniz?


Elbette kurarım, yazı ayrı bir şey bu konu ayrı şey.


Ama Başbakan’ın uçağında şimdiye dek Cumhuriyet’ten kimseyi görmedik, değil mi?


Çağırmıyor, ne yapacaksın? Zorla ben de binmek istiyorum, mu diyeceksiniz? Şu da var, ben şimdiye dek Genelkurmay’ın da kapısından içeri girmedim. Sadece bir kez Hilmi Özkök’ün yeni yıl resepsiyonuna katılmıştım. O da Yalçın Bayer’in hatırlatmasıyla.


Başbakan’ın uçağına davet edilseniz?


Giderim tabii. Neden gitmeyeyim. Ama hem nalına hem mıhına gazetecilik yapanlar işte böyle arada kalıyor.