Ekonomi

Babacan: Ekonomik sorunlar çözülmezse AB’de siyasi birlik gevşer

Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın ve T24 yazarı Murat Sabuncu'nun sorularını yanıtladı

29 Mart 2013 17:59

Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Ali Babacan, Avrupa Birliği’nin içinde bulunduğu ekonomik zorlukların, birliğin siyasi geleceğini de tehlikeye attığını söyledi. Babacan, “Ülkeler arasında çok ciddi bir yakınma var, kızgınlık var, hatta bazı durumlarda nefret diyebiliceğimiz şeyler seziyorum yani... bu ileri doğru hayra alamet değil. Şimdi bu ekonomik sorunları çözemezlerse, bu siyasi birlik gevşemeye başlayacak” diye konuştu. Babacan Kürt sorunu ile ilgili çözüm süreci konusunda Başbakan Erdoğan'ın süreci bizzat ele aldığını ve dar bir ekiple çalıştığını söyledi. Babacan, AKP tüzüğü gereği, seçimlerde aday olamayacak bazı bakanların belediye başkanı olmak istediğini de kaydetti.

Bakan Ali Babacan 2. Uludağ Ekonomi Zirvesi’nde bugün SKYTurk360'ta T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın ile T24 Yazarı Murat Sabuncu’nun sorularını yanıtladı.

Bakan Babacan çözüm süreci ile ilgili olarak Başbakan Erdoğan’ın konuyu bizzat tamamen ele aldığını ve dar bir ekiple yürüttüğünü söyledi.  Babacan konuyla ilgili olarak şöyle konuştu:

"Bu süreç Türkiye tarihinin içinde bulundu çok önem bir tarih. Eğer bu süreci doğru şekilde yönetebilirsek… Terörden şiddetten nemalanan gruplar var. Gayet iyi biliyoruz. Bu sorun çözülürse ben ne iş yapıcağım diyor. Çok çetrefilli bir süreç ama sayın Başbakanımız bizzat kendisi eline aldı. Dar bir ekiple yürütüyor. Bu kolay değil, cesaret meselesi.”

AKP tüzünde 3 yıl üst üste milletvekili seçilenlerin aday olamamalarıyla ilgili olarak da Bakan Babacan "Kurumların kişilere aşırı bağlı olmaması gerekir dikkat çekti. Babacan, " “Bu üç dönem kuralının bir ruhu var. Kurumlarda sistem devam etmeli, prensipler devam etmeli. Dolayısıyla bu üç dönem kuralı bir hücre yenilemesi. Yeni kan için önemli bir kural. Sayın başbakan da bizler de 2015 için iyi bir insan kaynağı hazırlığı yaptıktan sonra geçişle ilgili herhangi bir sıkıntı olmaz.”

Programda Babacan’a yöneltilen sorular ve Babacan’ın yanıtları şöyle oldu:


İtalya’da hükümet kurulamadı, Güney kıbrıs’ta bankalarla finansla ilgili çok ciddi sorun var. Sanki o ekonomik birliğin, tartışılmasıyla zora girmesiyle beraber siyasi birliktede sorun olmak üzere gibi gözüküyor.  Şimdi bütün bu tablo içinde Türkiye de hedefini belirlemiş, AB’ye girmek için adımlarını atmaya devam ediyor,  ama kafasında da biz de bu euro’ya girmelimiyiz girmemeli miyiz, Türk lirasının geldiği güçlü durumu da düşünerek nasıl bakıyorsunuz?

Avrupa Birliği’ne üyelikle, Euro kullanmayı birbirinden ayrı değerlendiriyoruz. Şu anda Avro henüz sistematik kurulabilmiş bir para birimi değil. Parasal birlik, bir merkez bankası var, 17 ülke şu anda aynı para birimini kullanıyor. Fakat ekonomi yönetiminde para politikası, maliye politikası ve bankacılıkla ilgili politikaların birbirleriyle uyumlu uygulanması gerekir.

Şimdi tek bir paranız var, tek bir para politikanız var fakat 17 ayrı maliye politikanız var, 17 ayrı bankacılık politikanız var. Zaten baştan belki yapılması gereken şeyleri, şu an AB, kriz neticesinde ve mecburen yapmak zorunda.

Ne yaptılar; bir mali birlik kurabilmek için, altılı paket dedikleri, arkasından mali anlaşma dedikleri ve bunun yanında da esm dedikleri yani ekonomik istikrar mekanizması dedikleri mekanizma ile bir bakıma üye ülkelerin bütçesiyle alakalı bazı kurallar getirdiler ve yaptırım mekanizmaları getirdiler. Arkasından Bankacılık Birliği diye ortak bir bankacılık politikası, ortak bir düzenleme ve ortak bir denetleme mekanizması şimdi kurmaya çalışıyorlar.

Bunlar oturmadan yani para birliği aynı zamanda mali birlik ve bankacılık birliği gelmedikten sonra zaten sıhatli işlemesi ileriye doğru mümkün olmayacak. Yani sıhatli işlemiyor derken, şu anda politikalara dikkat eden ülkeler daha disiplinli çalışan ülkeler, disiplinsiz ülkeleri bir bakıma sübvanse ediyor. Yani kendi hesaplarına kitaplarına bütçelerine dikkat eden bankalarına dikkat eden ülkelerin sırtından, dikkatsiz politika izleyen ülkeler de geçinmiş oluyor. Bu adil bir durum değil. Hem yardım alan ülkeler için de siyasi zorlukları getiriyor hem destek veren ülkeler için de siyasi zorlukları getiriyor. Çünkü biz herkesle konuşuyoruz. Tabi bu aralar bizimle açık konuşuyorlar her şeyi çok açılıyorlar. Birbirleri hakkında çok konuşuyorlar. Uluslar arası toplantılarda inanın çok enteresan tablolar yaşıyoruz. Yani geliyor bir Avrupalı yanımıza bir başkası hakkında konuşmaya başlıyor; “şöyle yapıyorlar, böyle yapıyorlar” falan da filan da şikayet. O gidiyor bir başkası geliyor bu sefer ilk geleni başlıyor şikayet etmeye. İşte bunlar şöyle yaptı da böyle yaptı da falan… bir bakıma bizimle dertleşen çok Avrupalı var. Muhatabımız tabi yıllardır hepsini tanıdığımız için şahsi dostluklar falan da gelişmiş durumda.. Tabi onların bu halini görünce biraz üzülüyoruz ve kaygılanıyoruz da ileriye doğru. Çünkü birbirleri hakkında çok olumsuz konuşmaya başladılar. Çok ciddi bir yakınma var, kızgınlık var, hatta bazı durumlarda nefret diyebiliceğimiz şeyler seziyorum yani.

 
Güney Kıbrıs’taki protestolarda hep Merkel üzerine dönen bir protesto zinciri var

Evet, tabi bu ileri doğru hayra alamet değil. Şimdi bu ekonomik sorunları çözemezlerse ,  bu siyasi birlik gevşemeye başlayacak. İşte İngiltere; Sayın Cameron ilan etti. “Şu tarihte ben referandum yapacağım. Sonuca göre belki AB’den çıkacağım” dedi. Ki İngiltere Avro Bölgesi’nde değil, kendi parası Sterlin’le hala devam ediyor. Yani düşünün iş hangi noktaya geliyor. Halbuki aynı zamanda AB bir barış projesi. Yani 2. Dünya Savaşı’nda bu ülkeler birbirleriyle kıyasıya savaşan ve milyonlarca vatandaşın hayatını kaybettiği ülkeler bu ülkeler. Ki bu AB, bu ortak ekonomik çıkar, daha  sonra ortak değerler. Siyasi birlik aynı zamanda bir barış projesi. Dolayısıyla biz hemen yanımızdaki bu önemli coğrafyanın istikrarını, güvenliğini de düşünmek zorundayız.

Çok geniş açıdan ve uzun vadede bakıyoruz meseleye. Biz rahat olduğumuz için daha geniş bakabiliyoruz, daha uzun vadeli bakabiliyoruz.

 

Şöyle bir şey de deniyor; siz bahsettiniz, “Savaşın ardından kurulan bir birlik ve aslında Avrupa savaşı unuttu diyen de bir isim var, biz programdan önce konuştuk, Timothy Ash “geçen sene Garanti Bankasının liderler zirvesine gelmişti, çok ilginç bir konuşma yaptı. Avrupa savaşı unuttu ve savaşın negatif anlamda olmakla birlikte motivasyonundan yoksun şu anda. O savaşın yıkıcılığından.

Şimdi siz burada sabahki konuşmanızda hem ABD için hem AB üyesi ülkeler için önemli bazı gözlemler de dile getirdiniz. Yani ABD’de şu anda sistemin ihtiyaçlarını üretemediğini kararları alamadığını yeri, geldiğinde,  ABD’de bazı politikacıları duyduğunuzda kulaklarınıza inanmakta zorluk çektiğiniz bazı konuşmaları duyduğunuzu da söylediniz. Şimdi mali krizden nasıl demokrasi krizleri de yaratıyor. Bunun iki boyutu var siz bir boyutuna değindiniz. Örneğin, içerde yabancı düşmanlığı, yabancı işçilere karşı düşmanlık, göçmenlere karşı düşmanlık ama aynı zamanda da seçilmişlere değil de atanmışlara teknokratlara kamuoyunun yönelmesi gibi bir etkisi de oldu. Çok tartışıldı. Ne dersiniz acaba demokrasi bu tartışmadaki anlamıyla ekonominin rasyonellerini üretmekte, kararlarını üretmekte zorlanıyor mu çözümsüz mü kalıyor?

Şimdi işte bu algı aslında bizim çok korktuğumuz bir algı. Özellikle Kuzey Afrika’da, Ortadoğu’da bizim destek verdiğimiz, dönem dönem bu soruyla karşı karşıya kalıyoruz. Ya siz bize demokrasi demokrasi diyorsunuz ama işte AB’ye bakın, bunlar demokrasiyi en iyi işleten ülkeler değil mi? Ama böyle bir krize de düştüler. Demek ki demokrasi de tek başına çözüm değil.’ Gibi sorgulamaya da sebep olabiliyor. Biz AB’nin temsil ettiği değerleri önemsiyoruz. Onların uygulamalarından bağımsız olarak. Yani temsil ettiği değerler ve özellikle demokrasi açısından temel hak ve özgürlükler açısından hukuk açısından koymuş oldukları standartları çok önemsiyoruz. Kendileri uysun ya da uymasın. Önemsiyoruz ve kendi standartlarımızı yükseltmek için de bu standartları bir dış ölçüt olarak kullanıyoruz.  AB’deki bu sıkıntılar, beraberinde demokrasinin sorgulanması ve Avrupa değerlerinin de sorgulanmasını da getirebilecek. Bu tehlikeli bir şey. Bu işin özünde şuçlu o değerler değil. Bu krizin sebebi ekonomi konusundaki kendi koydukları kurallara uymamaları. Bazı konularda kural koyma konusunda  bir bakıma çekingen kalmaları. Yani zamanında korkmadan kural koyup, bu kuralında yeterli yaptırımını da ilan etselerdi belki bu kriz hiç olmayacaktı. Şimdi bu açıdan baktığımızda önümüzdeki dönemde bu işin toparlanabileceğine inanıyoruz. Çünkü bu uzlaşı kültürü de var Avrupa’da.  Yani yavaş yavaş bu krizleri yaşaya yaşaya bir toparlanma da olabilir. Ama o bahsettiğim kısa vadeli, günü birlik siyasi rant çalışan kişiler çok çok tehlikeli. Her ülkede var bunlardan. Bir şey ortaya atıyor, sansasyonel, medya da bundan haber çıkar diyor. Onu büyük büyük işlemeye çalışıyor. Fakat bu halkın kafasını karıştırıyor, halkın kafası karışınca  güven ortamı sarsılmış oluyor.

Şimdi bugün Avrupa’ya bakın. Bazı ülkelerde seçime giderken, neler neler oldu yani. Bir ülkede, ülke ismi vermeyeyim ama Avrupa’nın en önemli dergilerinden biri bir ülkedeki seçim sonucunu kapağına şöyle taşıdı: İki tane palyaço seç birini. Şimdi iş bu noktaya geldi. Seçim var diye akla hayale gelmedik şeyle söyleniyor. Hayaller üretiliyor. O anda zaten kriz ortamı morali bozuk. Bazen bir hayal peşine düşebiliyorlar.

Doğan Akın: Burda o zaman seçmen düzeyi algısı da var değil mi? Her halde bütün bir Avrupa’nın ve ABD’nin de çok ciddi bir eğitim meselesi de o zaman karşımıza çıkıyor gibi bir şey var.

Çok doğru. Yani burada bizim için akademisyenlere, entelektüellere, yorum yapanlara, medyaya çok önemli görev düşüyor. Yani doğru analiz, halkı doğru bilgilendirme ve doğru politikalara, destek olma, yanlış politikalara, popülist politikalara da bir bakıma prim vermemek o popülist politikaları, sansasyona… yani ben bugün haberimi yapayım da yarını sonra düşüneyim denmemesi lazım.

Dolayısıyla herkese sorumluluk düşüyor burada. Ve bu bilinç olduğu zaman toparlanıyor. Çok şükür biz belli bir noktaya geldik ama yani uyguladığımız politikalar konusunda, hem iş dünyası bu işi sahiplendi. Sivil toplum sahiplendi. Yani basın kuruluşlarımızın ekonomi politikalarımız konusunda ciddi bir sahiplenmesi ve desteği var açıkçası. Bunu açıklıkla söylemem lazım. Ama niye biz çok anlatıyoruz, izah ediyoruz, gerçekten doğruları yaptığımızı anlatmaya çalışıyoruz. Uzun vadeli baktığımızı anlatamya çalışıyoruz. Bunu anlayan gerçekten özümseyen yorumcularımız, akademisyenlerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız da bu politikalara destek veriyor. Zaten bir bütün halinde sahip çıkınca bu iş oluyor.

Murat Sabuncu: Sayın Bakan burada hemen ekonomi politikaları değince bir şey danışmak istiyorum. Şimdi hükümet geçen sene, zaten Avrupa’dan gelen krizin sinyallerini önceden gördü. Önlemler aldı. Şimdi pazartesi günü Türkiye’nin büyüme rakamları açıklanacak. Ki 2.5’lar civarında bir şey bekleniyor. 3’tü mesela en az beklenen 3’ler civarında bekleniyordu. Çok fazla durmuşuz, fren yapmışız diyor musunuz? Bugünden geçen seneye baktığımızda yoksa şu yeni durumu gördüğünüz zaman iyi ki tam zamanında bunu yapmışız 2.5 önemli değil diye mi düşünüyorsunuz?

Şimdi büyüme konusu nokta atışla hedefi koyup da tam o hedefi ortasından vurmak… Öyle bir şey söz konusu değil. Çünkü pek çok konu dışarıdan kontrolünüz dışındaki gelişmelerden kaynaklanıyor. Tüm dünyanın büyüme oranı 2012 yılında, 2011 yılında tahmin edilenin tam bir puan altında çıktı.

IMF’in raporları, Dünya Bankası’nın raporları, OECD’nin raporları bütün bunlara bakın, projeksiyonlarına bakın. 2011 yılında 2012 için ne söylüyorlardı ve 2012’de ne gerçekleşti. Dünya 1 puan daha az büyüdü. Çin 2 puan daha az büyüdü. Avrupa Birliği zaten negatif. ABD öyle. Yani hem gelişmiş dünya hem gelişmekte olan dünya beklenenden daha az büyüdü 2012 içerisinde. Bu sadece bizim sorunumuz değil. Ama biz neyi hedefliyorduk. Büyümenin kaynağı dış talep olmalı. İç talep ölçülü gitmeli diyorduk. Eğer vatandaşımız kazandığı kadar harcıyorsa, sorun yok. Ama gelirinin üzerine kredi çekip harcıyorsa, hele hele bunu tüketiyorsa işte orda kaygılıyız. Kredi çekip ev alabilir problem değil. Buradan gelen büyümeye açığız. Ama halkımız daha çok bankadan kredi çekip tüketmiş üstelik bir sene sonraya daha fazla borç devretmiş. Oradan da büyüme gelmiş. İşte o büyüme konusunda bizim tereddütümüz var. Orayı zaten tutuyoruz.

Yurt dışı tatil yapmak için kredi çekiyor. Yani cari açık direk cari açık yani. Ondan sonra tatil yapıyor da dönüyor 2 sene onun borcunu ödemekle uğraşıyor.  Şimdi vatandaşımızın hakkıdır ama önce kazanalım bu yıl tatile çıkacağımıza bir yıl sabredelim. Birikimimiz olsun, birikimimizle tatile çıkalım.

Sokaklarda dünyanın en pahali markası dolaşıyor şu anda. Kazanıyorsa sorun yok. Şimdi yılda 500 milyon dolar ihracat yapar. 2 milyon dolarlık da arabaya biner. Helal olsun. Sorun yok.

Doğan Akın: Ama sizin sokaklardan kastınız o değil ...

Tabi şunu diyorum. Ama halk görünce en iyisini arzu ediyor.  Çok doğaldır bu. Buna bir an önce ulaşmayı da istiyor. Tamam ama önce tasarruf oranlarımızı artıralım. Biraz güç kazanalım ülke olarak. Ondan sonra o hakkettiğimiz refahı yaşayalım.

Doğan Akın: Geçen hafta Prof. Vefa Tarhan ayrıntılı bir analiz yayınladı T24’te bizim internet gazetemizde. Bu senenin finansman ihtiyaçlarına ilişkin olarak. İşte 60 milyar dolar civarında öngörülen cari açık, kısa vadeli iç bord geri dönüşleri yani yaklaşık 200-210 milyar dolar civarında dış finansman ihtiyacından söz etti yazısında. Bir risk yönetimi olarak nasıl öngörüyorsunuz. Çünkü o yazı da iyimser bir yazı değildi.

 Şimdi şöyle; Dünyada likidite çok. Merkez bankalarında şimdiye kadar görülmemiş miktarda para bastılar dağıttılar ama güven olmadığından o likidite bir yerlerde park edilmiş duruyor. Hareket ettirmek zor. Cezbetmek zor. Şimdi Türkiye’de güven olduktan sonra ve makul getiriler olduktan sonra Türkiye’ye finansmanla ilgili herhangi bir sıkıntı olmaz. Ama iki unsur var; güven  yani doğru politikaları izlemeye devam edeceğiz. Bir de tabi para makul getiri elde edecek. Bu ortamı oluşturduğumuz sürece finansman sorunu olacağını beklemiyorum açıkçası.

Kısa vadeli Türkiye’nin dış borcuna gelecek olursak. Biz ona şöyle bakıyoruz;  hem yeni alınan kredilerden bir yıl içerisinde vadesi dolacak olanlar birde eskiden kullanılmış kredilerden yine 1 yıl içerisinde vadesi dolacak olanlar. Yani bunların toplam rakamı bizim  bankamızın rezervleri kadar belki biraz daha fazla filan yani. Öyle orada ciddi bir şey. O önemli bir ölçüdür çünkü. Yani bir ülkenin rezevleriyle ithalatının oranı. Ya da rezervlerle bir yıl içerisinde vadesi dolacak ödemelerin oranı. Buralara baktığımızda oranlarımız bizim her sene iyileşerek gidiyor.  

Murat Sabuncu:  Bu aşamada siz not kuruluşları güvenilmez ve ciddiye almıyoruz mu diyorsunuz yoksa her şeye rağmen, bir temas diyalog oluyor mu?

Hazine Müşteşarlığı’dır direk muhataf kuruluş. Tabiki her gelişlerinde her ziyaretlerinde görüşüyorlar. Ya da arkadaşlarımız Londra’ya gittiğinde New York’a gittiğinde onları da ziyaret ediyorlar. Türkiye’nin gerçeklerini anlatıyorlar. Ama bu kuruluşlar, özellikle krizden sonra daha muhafazakar davranmaya başladılar. Yani durumu iyi olan ülkelerde not düşürürken de tereddütlü oluyorlar, çünkü ‘ihale bizim başımıza kalır’ diye, birkaç ülkede buyüzden dava açılmış durumda; ‘Krizin sebebi sizsiniz’ diye kredi derecelendirme kuruluşlarına dava açtılar. Bir ülkede de dava tazminatla sonuçlandı şu anda.

Dolayısıyla krizden bu yana ciddi bir baskı altındalar. Artırırken de çok muhafazakar davranıyorlar. Düşürme konusunda da yine ülkenin durumuna göre şirketin durumuna göre biraz… Yani tamamen teknik bir hesap sonucunda çıkmıyor bu notlar.

Doğan Akın: Sabah bir şey daha söylediniz not aldım onu; Çalışan hakkı önemli ama ölçüyü kaçırınca da karşılığı işsizlik oluyor dediniz. Bu konuda çalıştığınızı söylediniz. Bir plan mı var bu konuda bizimle paylaşabileceğiniz?

Şimdi bu konuda şöyle, esnek çalışma modellerine belli güvence imkanı da oluşturarak, esnek çalışma modellerini genişletmek istiyoruz. Mesela bir evden çalışma. Kadınlar için çok önemli. Şu anda Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı düşükse bunun en önemli sebebi ya 8 saat çalış ya evinde otur diyor. Arada bir seçeneği yok yani. Kadınların iş gücüne katılım oranı yüksek olan ülkelere bakın, kadınların çoğu esnek çalışma modelleriyle çalışıyorlar. Haftanın iki günü çalışıyor. Ya da haftanın dört saatinde çalışıyor 4 saati evinde ya da tamamen evinden çalışıyor.

…. Modelleri çalışıyoruz. Modeller AB kriterlerine uygun. Avrupa’da uygulanan, Avrupa’daki çalışma muktesebatına uygun şeyler.