Gündem

Avukat Fikret İlkiz: Deniz Yücel kararı sevindirici ama endişe uyandırıcı

"Deniz Yücel'le ilgili zaten bir soruşturma açılmaması gerekiyordu"

17 Şubat 2018 12:22

Avukat Fikret İlkiz, "halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek", "terör örgütü propagandası yapmak" iddialarıyla Türkiye'de bir yıldır, iddianamesiz bir şekilde tutuklu bulunan Die Welt muhabiri Deniz Yücel'in tahliye edilmesini değerlendirdi. "Bir kere bu tahliye kararı son derece sevindirici. Ama bu karara çok sevindirici dediğiniz anda başka bir konuda da üzüntülü ve endişeli olmanız gerekiyor" diyen İlkiz, "Deniz Yücel’le ilgili, yaptığı habercilik faaliyeti dolayısıyla zaten bir soruşturma açılmaması gerekiyordu. Fakat buna ilaveten bir yıl tutuklu kalması, Türkiye’de herhangi bir kişinin yargıya erişim hakkının nasıl kısıtlanabildiğini gösteriyor ki, bu da ayrı bir endişe kaynağıdır" ifadesini kullandı. 

Yücel, Başbakan Binali Yıldırım’ın “ümit ederim kısa sürede serbest kalmış olur” açıklamasından bir gün sonra tahliye edildi.

Gazete Duvar'dan İrfan Aktan'a konuşan İlkiz'in açıklamalarının ilgili bölümü şöyle:

Başbakan Binali Yıldırım’ın Almanya başbakanı Angela Merkel’le yaptığı görüşme sırasında gazeteci Deniz Yücel için “Ümit ederim kısa sürede serbest kalmış olur. Kısa sürede bir gelişme olacağı kanaatindeyim” demişti. 1 yıldır hapiste olan Yücel’in tahliye haberi bu açıklamadan saatler sonra geldi. Başbakanın bu açıklaması ve ardından gelen yargı kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir kere bu tahliye kararı son derece sevindirici. Ama bu karara çok sevindirici dediğiniz anda başka bir konuda da üzüntülü ve endişeli olmanız gerekiyor. Deniz Yücel’le ilgili, yaptığı habercilik faaliyeti dolayısıyla zaten bir soruşturma açılmaması gerekiyordu. Fakat buna ilaveten bir yıl tutuklu kalması, Türkiye’de herhangi bir kişinin yargıya erişim hakkının nasıl kısıtlanabildiğini gösteriyor ki, bu da ayrı bir endişe kaynağıdır.

Başbakan’ın açıklamasından sonra tahliye kararı verilmesi de siyasetin yargı üzerindeki etkisinin yeniden teyidi sayılmaz mı?

Eğer bu konuda iki ülke arasında konuşulmasaydı ya da Almanya bu konuyla ilgili endişelerini iletmemiş olsaydı tutukluluk uzar mıydı, uzardı. Herhangi bir kişinin tutukluluğu üzerinden politika yapmak da talepte bulunmak da açıkça hukukun içine karışmaktır. Hukuk yalnız bırakılmadığı, kendi ayakları üzerinde durmadığı, bağımsızlığını ve tarafsızlığını korumadığı takdirde bu tür gelişmeler olağandır. Dolayısıyla şu anda kimseyi “eğer siyasetçiler bu işe karışmasaydı da Deniz Yücel tahliye olurdu” sözüne inandıramazsınız. Yaşanan gelişme, Türkiye’deki hukuk veya yargı sisteminin bozukluğunun düzeyini ortaya koyuyor. Artık kimse “Türkiye’de yargıya karışılmıyor, yargı bağımsızdır” cümlesine inanmıyor.

Oysa yakın zamana kadar Deniz Yücel’in tutukluluğuyla ilgili sorulara hükümet “bağımsız yargının kararıdır, biz karışamayız” diyordu. Başbakanın açıklaması sonrasında gerçekleşen tahliye, uluslararası kamuoyuna dönük bu tür beyanatların da bizzat siyaset kurumu tarafından hükümsüz bırakıldığı anlamına gelmiyor mu?

Yanıtım sorunuzda var zaten. Hukuk veya yargı sistemi böyle işlemez. Herhangi bir kişi hakkında açtığınız soruşturmayı çok kısa sürede tamamlayıp ceza davasını açarsınız. Soruşturma açtığınız zaman insanları tutuklamanıza gerek yoktur. Dolayısıyla şu an yaşananlar yargıyı doğrudan etkiliyor, sistemi bozuyor ve daha da önemlisi insanlarda güvensizlik yaratıyor. Asıl önemli olan bu güvensizliğin ortadan kalkabilmesi için herhangi bir politikacının, siyasetçinin, yargılanan kişilerle ilgili konuşma yapmaması ve bu işlerin hukuk alanında, adalete uygun, yargıya erişiminin sağlandığı, kişi özgürlüğü ve güvenliğini koruyan bir sisteme kavuşmaktır.

"Yargı, kimsenin adalet
beklemediği bir organ hâline geldi"

Şu anki söyleşimizden sonra Erdem Gül ve Can Dündar’ın yargılandığı MİT TIR’ları davasının duruşmasına gideceksiniz. Bu dava için örneğin Almanya gibi bir devletin, Deniz Yücel’de olduğu gibi Türkiye hükümetine yönelik herhangi bir tazyiki söz konusu değil. Bu da yargılama sürecinin sanıklar aleyhine işlemesi anlamına mı geliyor?

Bu zaten sıkıntılı bir dosya olduğu için herhangi bir ülkenin karışıp karışmaması üzerine kurulu bir ceza davası değil. Yalnız bırakılmayan, yürütme organları tarafından sürekli siyaseten üzerinde konuşulan bir dava bu. Bakın, herhangi bir konu gerçekten yargıdaysa, dava dışarıda değil, mahkemede görülür. Bizdeki problem bundan kaynaklanıyor. Açılan ceza davaları üzerinden demokrasiyi tartışmak Türkiye’nin kaderi olmamalıdır. Fakat dikkat ederseniz Türkiye’de yıllardır demokrasi, açılan bu tür ceza davaları üzerinden tartışılıyor. Bir ceza davası açılırsa, onun üzerinden temel hak ve özgürlükleri, ifade hürriyetini tartışıyoruz. Oysa düşünce ve ifade özgürlüğünü koruduğunuzda zaten bunlarla ilgili ceza davaları açılmaz. Türkiye’de yargı serbest bırakılmalıdır. Fakat şu anda yargı, pek çok organ tarafından karışılan ama ayrı bir gücü olduğu iddia edilen güç halindedir. Bilmem anlatabildim mi?

Dolaylı oldu ama mesajınızı anladık…

Bazen dolaylı konuşmak gerekir. Ama doğrudan doğruya konuşmak gerekirse, Türkiye’de yargı sisteminin zaten çöktüğünü söylemek lazım. Bunu kabul edebilmek için açılmış bir ceza davası üzerinden konuşmaya da gerek yok. Bütüne baktığınız zaman, yargı, kimsenin adalet beklemediği bir organ haline gelmiştir.

İktidarın yargı erkini kendi lehine kullanmak istemesi şaşırtıcı değil ama yargı organının kendi bağımsızlığını muhafaza etme konusunda herhangi bir iradesi yok mu?

Yargının iç dinamiği kendi gücünü korumalı ama yargıda iç dinamik kalmayınca, isterseniz yargının tarafsızlığını anayasal değişiklik yaparak da vurgulayın, herhangi bir bağımsızlık veya tarafsızlık sağlayamazsınız. Böyle bir durumda bağımsızlık ve tarafsızlık sadece laf veya Anayasa’ya konmuş ama uygulanmayan bir madde olarak kalır. O yüzden yargının kendisi gücünü toplamalıdır. En azından bu gücün varlığını kanıtlayacak kararlara, yargılamalara ihtiyaç var. Bunu da mahkemeler yapmalıdır. Dolayısıyla mahkemelere ve yargıçlara tahmin edilenin çok ötesinde görev düşüyor.

Yargının önemli bir ayağını oluşturan savunma makamı da büyük baskı altında. Örneğin Ahmet Altan-Mehmet Altan davasında mahkeme başkanının, avukat Engin Cinmen’i salondan çıkartması size ne anlatıyor?

Yargı kendi iç dinamiklerinde tarafsızlığını ve bağımsızlığını korumadığı için bunlar olur. Oysa savunma olmadan yargılamanın yapılamayacağının, adalete ulaşılamayacağının bilincinde olmak, dolayısıyla bunu korumak lazım. Yargı bunu koruduğu zaman ancak, görevini yerine getirebilir. Ama şu anda savunma makamına, avukatlara tahammül edilemediğini, dolayısıyla avukatların olmadığı bir yargılama sisteminin tercih edildiğini görüyoruz. Bunun kabahati yürütme organına değil, doğrudan yargıya aittir.


Söyleşinin tamamı için tıklayın