Kültür-Sanat

Atilla Dorsay: Sinemacıların topluma acı veren, allak bullak eden konulara yeterince eğilmediğini düşünüyorum

“Sinemacılar çağın tanıklığını yapmalıdır”

22 Mart 2016 17:59

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 8. Rofife Uluslararası Kısa Film Festivali kapsamında düzenlenen sinema söyleşilerinin son gününde “7. Sanatın Sırları” söyleşisine sinema yazarı, eleştirmeni T24 yazarı Atilla Dorsay da katıldı. Dorsay, Türkiye’deki betonlaşmanın film yapılmadığını ve bunun sinemacılar için bir eksik olduğunu belirtirken “Bütün bunlar yapılabilir. Bugün sinemacıların zaman zaman iyi örneklerini verseler de genel anlamda topluma acı veren toplumu allak bullak eden konulara yeterince eğilmediğini düşünüyorum” dedi.

Evrensel'in haberine göre, Türkiye’de son zamanlarda olup bitenleri, Bosna Savaşını anlatan Fernando Leon de Aranoa’nın “Mükemmel Bir Gün” adlı filmine benzeten Dorsay, halkların karşı karşıya getirildiği karanlık zamanlara yolculuk olarak yaşananların benzer olaylar olduğunu söyledi.

Çocukluk döneminin bir bölümünü Karşıyaka’da geçiren Dorsay’ın ailesi ile gittiği Sümer ve Melek Sinemaları ve Alsancak’taki Tayyare Sinemasında ilk sinema tutkusunun başladığını belirtti. Hobisini zamanla bir meslek haline getirdiğini belirten Dorsay, gençlere de bunu tavsiye etti.

Dorsay, günümüz sinemasına eleştirel bir yaklaşımda bulunarak artık sinemanın eskisi gibi büyüleyici bir gizeminin kalmadığını ifade ediyor. Günümüz ülke sinemasında artan komedi filmlerinin ticari amaçlı çekilmesi sonucu nitelik sorunu taşıdığını ifade etti.  

“Sinemacılar çağın tanıklığını yapmalıdır” diyen Dorsay, Tom McCarthy’nin “Spotlight” ve Emin Alper’in “Abluka” filmlerini örnek verdi.    

Dorsay’ın açıklamalarından açıklamalar şöyle:

“Türkiye gibi gitgide muhafazakarlaştığı söylenen ülkeden bile ahlaki açıdan eskisi kadar bağnaz ve tutucu değiliz farklı bakıyoruz bazı şeylere. Ama öte yandan Türkiye de şu an kurulmak istenen sert ve otokrat bir rejim de kendisini savunmaya almak için yeniden bir çeşit sansür gündeme getiriyor. Antalya festivallerinde olanlar son birkaç yılda bunun örneğidir. İstanbul’da, Ankara’daki festivallerde son yıllarda ciddi bir sansür olayı yaşanmadı. Ama her an yaşanabilir. Geçen yıllarda Kürt sorununu işleyen birçok film festivallere katıldı. Ama önümüzdeki yıl ne olacağını bilmiyorum. Malum Kürtlere karşı bir saldırı var, onları siyasetin sahnesinden silmek için çabaları var. Eskiden olduğu gibi bir çocuğu daha doğmadan öldürecek kadar ağır bir sansür uygulanamaz gibi geliyor bana. Ama pek parlak ve özgürlükçü olacağını da sanmıyorum.”

“Emin Alper’in “Tepenin Ardı” politik bir filmdir. İkinci filmi olan “Abluka” da gayet politik bir film olmuştur. Ama bunlar yeterli değil. Ülke sineması birçok toplumsal olaya eğilmekte geç ve yetersiz kalıyor. Soma olayları, Türkiye’de yaşanan maden faciaları ne kadar güzel bir film konusu olur. Soma faciasında o kadar ölü verdik, bu konuya değinen hatta maden faciası sonrasında herhangi bir işçi ailesine değinen ne belgesel ne de dramatik hiçbir film hâlâ görmedik. Böyle bir takım şeyler var tabi. Dünya kadar Washington’daki siyasetin içine balıklama dalan Amerikan filmleri izledik. Bizde sinema bu anlamda siyaseti izleyemedi. Veya bugünkü kentlerin talan edilmesinin ki bu da dramatik bir şeydir ve müteahhitlerin böylesine ülkenin en güzel yörelerinin en tarihi kentlerini betona boğmalarının filmi de yapılamıyor. Bütün bunlar yapılabilir. Bugün sinemacıların zaman zaman iyi örneklerini verseler de genel anlamda topluma acı veren toplumu allak bullak eden konulara yeterince eğilmediğini düşünüyorum.”