Özel Dosya

Ankara katliamında hayatını kaybeden Gazi Güray'ın hikâyesi: İnsanlar birbirine kin tutmasın diye gitti...

Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün Barış Portreleri Barış Avşar'ın yazısıyla devam ediyor

12 Nisan 2016 12:21

*Barış Avşar

Yoksulluk

Çok boğuştuk, çok mücadele ettik biz yoksullukla.

10 Ekim Ankara Katliamı’nda kaybettiklerimizin arasında çok zenginlik içinde yaşamış kimse yoktu ama yoksullukla boğuşanlar çoktu. Gazi Güray gibi. Doğduğu andan itibaren mücadeleye geçenlerdendi o. Karnını doyurmak için çalışmak en iyi bildiği iş olanlardan hani. O yüzden belki de ''her iş'' geldi elinden. Çobanlık, tamircilik, kantincilik, boyacılık… Bunların hepsini, hem de hakkını vere vere yıllarca yaptıktan sonra bir tek emekliliği ''yapamadı.'' Onu da yapardı yapmasına kendi bildiğince, istediğince ama…

Amcaoğlu Doktor Zeki Sinan Doğan bu hayat mücadelesinin başlangıcını şöyle anlatıyor, “Gazi, amcamın ikinci çocuğuydu. Bizim köyde ‘marabalık’ derler, çiftçilikle geçinen bir aileydiler. Buğday, arpa yetiştirir, ufak çaplı hayvancılık yaparlardı ama kendi karınlarını doyuracak kadar. Gazi de diğer kardeşleri gibi küçükken hayvanların önüne giderdi. Sonra büyüdükçe harmana sap taşımak, bu sapları ‘gam gezdirmek’ işlerini yaptı. Köydeki her çocuk gibi.”

Sapla samanı birbirinden ayırmak

''Gam gezdirmek'' gamlı iş! Buğdayın, arpanın sapıyla samanını birbirinden ayırma işi! İki tahtanın arasında altta olanın üzerine yerleştirilen keskin çakmak taşları yapıyor bu işi. Bu tahtalar hayvana bağlanıyor, çocuk da hayvanın üzerine oturtuluyor… Sonra sabahtan –ay ışığı da varsa– geceye dek sürecek bir mesaiyle aynı daire içinde saatlerce dön baba dönelim! Her çocuğun sırayla yaptığı günlük iş! Sonra daha da büyüyünce orak biçme… Bir de köyde tütün yetiştiği için güneş battıktan sonra tütün dizme.

Dersim Mazgirt’in Kayacı (Qucîyan) köyünde böyle başlar Gazi Güray’ın hayat hikâyesi. Kış aylarında işler azalınca köy okuluna da gider yaşı gelince. Ortaokula Karakoçan’da devam eder. Bir sene de Tokat’ta, amcasının yanında. Zeki Sinan Doğan anlatıyor: “Liseyi bitirdikten sonra yine bizim yanımıza geldi. Bu kez çalışmaya. Ama artık Tarsus’taydık. Babam Toprak Su İşletmesi’nde mühendisti, onun yanında bir-iki yıl çalıştı, sonra da askere gitti, Kıbrıs’a…”

Askerlik dönüşü, 1986’da, dayı kızı Serpil hanımla sekiz aylık evli iken Tarsus’tan Mersin’e göç ve bir özel okulda ''teknik eleman'' olarak 30 yıla yakın sürecek çalışma hayatı başlamış. Öyle bir mesai ki emekli olduktan sonra da devam edip gidecek! Ta ki Ankara’ya, Barış Mitingi’ne kadar. Kantincilik, matbaacılık, tiyatro salonunun bakımı ve 2010’daki emeklilikten sonra da boya, tamirat işleri…

Serpil Güray şöyle anlatıyor kaybettiği kocasıyla Mersin’deki ilk yıllarını: “Başta küçük bir ev kiraladık. İki oda bir salon ama bir oda bir salon desen de olur. Maaşı da çok düşüktü o zaman. Ancak üç yıl sonra biraz daha büyük bir eve geçebildik.” Ve üç çocuk peş peşe: Zeynep, Zine, Caner.

İki iken beş olan nüfusu yaşatma çabası içinde Mersin’de kurulan hayat, akrabalarla, hemşerilerle dayanışma içerisinde devam eder. Serpil hanımın demesiyle, ''kızlar üniversiteyi bitirip de bir de ev alabilince ancak'' biraz rahatlarlar.

Bu yıllar boyunca Türkiye’de olup bitenleri de hep izler Gazi Güray. Ama izler daha çok, mitinglere, protestolara pek katılmaz.

''Kendini dışarı attı Gazi''

Neredeyse ilk olarak Gezi eylemleri ile sokağa çıkar. Aynı zamanda Türk Tabipler Birliği Mersin Şube yöneticisi olan Zeki Sinan Doğan, onun bu tepkisini şöyle anlatıyor, “Alevi, Kürt, Ermeni, solcu… Ötekileştirilmeye çalışılan herkes gibi kendini dışarı attı Gazi. Ben Gezi’de burada yapılan yürüyüşlerin yüzde altmışına katıldıysam o yüzde seksenine katılmıştır. Gezi ve Gezi’den sonra yaşananlar boyunca ötekileştirilen, yani ‘öteki’liği iyice hissettirilen insanların verdiği doğal bir tepkiyle sokaktaydı… Çocuklarının da böyle bir ötekileştirmeyi yaşamasını istemiyordu, böyle bir şeyi kabul etmiyordu.”

Serpil Güray ekliyor, “Gezi başladığında ancak dört-beş yıldır rahatlamıştık işte. Yeni yeni gezecekti, memleketine gidecekti, yapmak isteyip yapamadıklarını yapacaktı. Köyünde ev yapmayı, ufak tefek işler yapmayı düşünüyordu. ‘Ben köyde olsam hayvan yetiştiririm’ derdi. Kardeşlerine de oradaki işleri iyi yapamıyorlar diye kızardı.”

Köyde toprakta başlayan yoksullukla mücadelenin emekliliği, ''gezmesi,'' ''rahatlaması'' ne olacak işte? Köyüne gidip çocukken ilk yaptığı işleri yapmak tekrar…

Çocukluğa, hayatın başlangıcına özlem belki, belki de büyük kızı Zeynep’in dediği gibi yitip giden ebeveyne hasretlik: “Anne babasını da iki yıl önce kaybetmişti, biraz da o yüzden köyde olmak istiyordu. En çok bunlar üzüyor şimdi bizi. Ömür boyu çalışıp tam rahat edeceği, kendi istediklerini yapacağı zaman gitti.”

''O gazı yedi, öyle geldi''

Gezi; işten güçten emekli olunsa da, göçüp gitmiş anne babaya ve geçmişe özlem büyüse de içinde, çocukları için yapacaklarının bitmediğini gördüğü zamanmış Gazi Güray’ın. Mersin’de de güçlü bir şekilde ve hemen her gün süren Gezi eylemleri döneminde bir gece yemeğe oturacakları sırada, protestoların sıkça yapıldığı alandan, ''havuzun başından'' sesler duyar Serpil Güray, “Yine başladı” der kendi kendine. İşten gelen Gazi Güray balkona çıkıp bakar, “Bu ne gürültü, ne oluyor” diye. Sonra cevap verilmeden anlar ne olduğunu, hemen aşağı iner. Gerisini şöyle anlatıyor eşi, “O indikten sonra millet daha da kalabalıklaştı, ben de dama çıktım, oradan daha net görülüyordu her şey. Baktım gaz sıkıyorlar ama ne gaz… Aradım, ‘Gazi ne bekliyorsun orada artık, gelsene’ diye. Bana sinirlendi telefonda, kızdı, kapattı. Görüyorum kendisini orada gaz içinde ama gelmedi. O gazı yedi herkesle birlikte, öyle geldi.”

Gezi ile başlayan duyarlılığı Sivas’ta Madımak anmasına, Hatay’da Ali İsmail Korkmaz davasına giderek sürer Gazi Güray’ın. Özgecan Aslan için Mersin’de yapılan bütün yürüyüşlerde yer alır.

7 Haziran seçim sonuçlarıyla ise ilk kez yüzü güler. Ülkenin içinde bulunduğu durumdan çıkabileceğini, kutuplaştıran, ayrıştıran egemen dilin yok edilebileceğini düşünerek umutlanır gelecek güzel günler adına. Ama sonra barışa savaş açılır. Gazi Güray ise bu kez barışı korumak için yola düşecektir. Ankara’ya gideceklerini üç hafta öncesinden söylemeye başlar evdekilere. Her gün tekrarlar gideceğini ve çok mutludur.

''Gitmesini istemiyordum, uyandırmadım''

Serpil Güray şöyle anlatıyor yolculuk öncesini: “İşten geldi, ‘Bu gece Ankara’ya gidiyoruz’ dedi. Yemek yedik kızlarımızla. O, salonda haberleri izledi sonra. Bir hafta on gündür olaylar çok oluyordu, ben izlemek istemiyordum. Çayını getirdim ama bir bardağı bitirmedi, ‘Ben gidip uyuyacağım. Saat 11’de arabalar kalkıyor, beni 10’da uyandırın’ dedi, gitti. Kızımla oturuyoruz, ‘Anne saat 10 oldu babamı uyandırmayacak mısın?’ dedi. Gittim baktım uyuyor. Sessizce yanına yaklaştım ama derin uykuda, uyandırmadım geri geldim. beş-on dakika sonra tekrar gittim, yine uyuyor, yine uyandırmadım. Aslında gitmesini istemiyordum ama ‘gitme’ diyemezdim, uyandırmadım ben de. Arabaları kaçırırsa da ‘Unuttum’ diyecektim. Ama ben odadan geldikten on dakika sonra salonun kapısına dikildi, elini kaldırdı, ‘Hadi eyvallah, ben gidiyorum’ dedi. Giyinmiş, hazırlanmış, tıraş olmuş… Kızımla ikimiz hemen kalktık, öptük onu. Zine üç defa dedi, ‘Baba, kendine iyi bak. Baba, kendine dikkat et. Baba, kendine iyi bak’ diye. Ondan önce de gitmişti dedik ya, Sivas’a da gitmişti, Hatay’a da gitmişti. Ama böyle göndermemiştik oralara. Merdivenden inene kadar ikimiz arkasından baktık.”

Her şey yarım kalınca...

İçi hiç rahat değildir Serpil Güray’ın, sabah dokuzda arar:

“Ne yaptınız, rahat vardınız mı?”

“Çok rahat gittik…”

Gitmesini istemediğinden mitingle ilgili hiçbir şey sormamıştır daha önce, telefonda sorar:

“Nerede olacak miting, Ankara’nın hangi semtindesiniz?”

“Gar’dayız, biraz önce indik.”

Konuşma biter, bir saat sonra Zine gelir sorar, “Anne amcamın kızı mesaj yazmış Ankara’da patlama olmuş, babamla görüştün mü?”

“Televizyonu açtık. Halay çekilirken patlayan bombayı gösteriyordu.”

Sonrası sonuçsuz telefon aramaları uzun süre. Bir ara çalıp umutlandıran ama akşama doğru şarjı bitince tamamen kesilen bir telefon. Mitinge gittiği için Zeki Sinan Doğan da aranır ama onda da bilgi yoktur: “Biz de Gazi’yi arıyoruz.”

“O telefonun açılmamasından belliydi ne olduğu…”

Babasının öğretmenlik ısrarını desteğe dönüştürmeyi başarıp resim bölümünden mezun olan Zeynep, aynı yolu izleyip içmimarlığı bitiren Zine ve hem hentbol oynayıp hem üniversiteye hazırlanan Caner şimdi babalarının kendileri için ve ülkenin bütün çocukları için yaptıklarından sonra, onsuz kalmanın acısını yaşıyor. Zeynep evlenecek yakında. Zine işe yeni başlamış. Lise çağındaki Caner tesadüfen aynı gün maç için gittiği Ankara’dan babasının cenazesiyle dönmüş bir delikanlı artık.

“Anlayacağınız her şeyimiz yarım kaldı” diyor anneleri, “Geçenlerde kızlarla hepimiz burada uzanmıştık, kanepelerde televizyon izliyoruz. Caner dışarıda. Bir iki defa da aradım onu, ‘Hadi oğlum ben uyumadan gel de rahat uyuyayım’ diye. Geldi gerçekten de erkenden ama Caner’in kapıyı açışını, patırtısını biliyoruz, paldır küldür girer, sesler gelir. Ama o günkü girişi… Sadece anahtar sesi geldi, açtı girdi. Ben bir irkildim. O an sanki hepimiz Gazi geldi gibi hissettik, çok kötü olduk. Sanki birkaç günlüğüne bir yere gitmiş de gelecekmiş gibi geliyor hâlâ…”

38 Dersim’i bilmeden…

Peki neydi Gazi Güray’ı elli yaşından, otuz yıllık çalışmadan, üç çocuktan sonra protestolara, mitinglere taşıyan canı pahasına?

Onu da Zeki Sinan Doğan anlatıyor, “38 Dersim Katliamı’nı bize hiç anlatmadılar. Özellikle Gazi’nin babası, o geçmişi en iyi bilendi ama hiç anlatmadı. 12 Eylül ertesi, 1981 yazında bizim köye askerler geldi. Halamın oğlu Zeynel’i aldılar birkaç kişiyle birlikte. Nenemin ağladığını gördüm. Kendi kendine, ‘Bunlar yine bizi öldürecekler, katledecekler’ dedi. O bunu söylediğinde işte, benim aklım erdi. O zaman henüz lise birdeydim. Neneme sordum, ‘Nedir bu anlatmadığınız’ diye ve ilk kez anlatmaya başladı. Babama hamileymiş, bizim sülaleden iki ailenin götürülüp bir ailenin tek bir çocuğu kalacak şekilde bırakıldığını, diğer hepsinin öldürüldüğünü tek tek anlattı. Kızdım o zaman, ‘Peki' dedim 'bunları bize niye anlatmadın?' Cevabı, ‘Kin tutmayasınız diye’ oldu.”

Kin tutmasınlar insanlar birbirlerine, bölünüp düşman olmasınlar diye. Aynı acılar tekrar tekrar yaşanmasın, buna artık izin verilmesin diye.


Son: * Bu yazı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü Barış Mitingi'ne giderken katledilenlerin unutulmaması için hayata geçirdiği Barış Portreleri projesi kapsamında hazırlanan 101015ankara.org sitesinden alındı.