Politika

Altan Tan: Muharrem Bey'in ailesinde ne kadar dindar-muhafazakâr varsa, benim ailemde daha fazla seküler var

"Saadet Partisi'nin Kürt sorunu konusunda daha cesur, daha atak olması lazım"

20 Haziran 2018 03:00

Siyasete, Wikipedia'ya göre Keçiören Belediye Başkanlığı döneminde İbrahim Melih Gökçek'in yardımcılığını yaparak, kendi anlatımına göre ise '13-14 yaşındayken, ağabeylerinin, akranlarının, amca-dayı çocuklarının kolundan tutup götürmesiyle' başlayan Altan Tan, Refah Partisi'nin 1991'de Milliyetçi Çalışma Partisi'yle (MÇP) yaptığı ittifakın ardından ayrıldığı Milli Görüş hareketine, 24 Haziran seçimleri öncesi geri döndü. Hangi partinin listesinde yer alacağı uzun süre tartışılan Tan, İstanbul 3. bölgede, Saadet Partisi'nden milletvekili adayı oldu. 

Son yıllarda çatısı altında siyaset yaptığı HDP'ye, 'hendek' döneminde ve sonrasındaki tutumu ile 'Kürt halkının temsiliyetinin marjinal sola teslim edilmesi' başlıklarında ciddi eleştiriler getiren Tan'a göre HDP, çözüm sürecinin 'buzdolabına kaldırıldığı' süreçte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümete yönelttiği eleştirilerin yarısını bile PKK'ya yapmadı. 

"Orta sınıf muhafazakarlar HDP'nin yetersizliği ile MHP'lileşen AKP arasında sıkıştı"

HDP'nin özeleştiri vermesi ve PKK'nın siyasete dahiliyeti konusunda sınırlarını daha iyi çizmesi gerektiğini söyleyen Tan, 24 Haziran'da sandık başına gidecek muhafazakâr, kentli, orta sınıf Kürt seçmen için Saadet Partisi'nin 'üçüncü bir yol' olabileceği değerlendirmesinde bulunuyor: "Saadet Partisi bugün ne AK Parti gibi inkar ve salt güvenlikçi açıdan Kürt meselesine bakıyor ne de şiddete, kavgaya, iç savaşa yol veriyor. Kürtlerin İslami, insani, vicdani, evrensel hukuka uygun, demokratik, bireysel ve kamusal haklarının savunulabileceği bir yeni yol olarak ortaya çıkıyor."

Orta sınıf Kürt muhafazakârların 'karşı çıktıkları, benimsemedikleri PKK politikaları ve HDP’nin yetersizliği' ile “Kürt sorunu bitti, bu bir güvenlik sorunudur” diyen, 'MHP’lileşen, devletleşen' AKP'nin arasında kaldığını ifade eden Tan'a göre, "Erdoğan en az 10 seçimi başörtüsüyle, HDP ise en az 10 seçimi baraj, cezaevi mağduriyetiyle kazandı."

"Kürt bilinci, aidiyeti olan bütün muhafazakar, dindar seçmenler AKP’den çıkıyor"

"Kitlenin AKP’ye büyük tepkisi, Tayyip Bey’e kızgınlığı var. HDP’ye kırgın, Ak Parti’ye kızgın. Bu kızgınlık daha yüksek, Kürt bilinci, aidiyeti olan bütün muhafazakar, dindar seçmenler AKP’den çıkıyorlar. Bunların bir kısmı kerhen HDP’ye gidiyor, bir kısmı da Saadet Partisi’ne geliyor" diyen Altan Tan'a göre, HDP'nin bir baraj sorunu yok, AKP ise 'ne kadar büyük bir tokat yediğini' 24 Haziran gecesi görecek.

"Saadet Partisi'nin Kürt sorunu konusunda daha cesur, daha atak olması lazım"

Uzun yıllardır siyasetin içinde olan Altan Tan'ın eleştirileri sadece AKP ve HDP'ye yönelik de değil. Her ne kadar, Saadet Partisi'nin cumhurbaşkanı adayı, Genel Başkan Temel Karamollaoğlu'nun 2 hafta önce Diyarbakır'da açıkladığı 'Kürt meselesi' raporunu, "Siyasi tıkanılmışlık ve gerilim ortamında, ciddiyetle dikkate alınması gereken bir üçüncü yol" olarak nitelendirse de, partisini de eleştirmekten çekinmiyor:

"Daha cesur, daha atak olması lazım. Çünkü sorunlar cesaretle çözülür. Tamam akıl, eski tabirle teenni, yani soğukkanlılık, zamanlama, tedbir önemlidir ama cesaret de siyasetin ve ticaretin olmazsa olmazıdır."

"Muharrem Bey'in üslubu gerilimi azaltıyor, mesafeleri kapatıyor"

Altan Tan, 2012 yılında TBMM'de kullandığı "Kemalist diktatörlük" sözünün ardından sert bir tartışma yaşadıkları, CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce'nin 'seçim kampanyasında dini kullandığı' eleştirilerine ise katılmıyor: 

"Oy almak için yaptı, şöyle yaptı, böyle yaptı, yok böyle giderse başına takke de koyar… Keşke koysa! Ben niyetleri sorgulamıyorum. Öyledir demiyorum ama oy almak için olsa bile bu atılan adımların, siyasetin, üslubun gerilimi azalttığını, mesafeleri kapattığını düşünüyorum. Muharrem Bey, bu çizgisiyle doğru olanı yapmaktadır. İnşallah sonuna kadar da öyle götürür. Toplumun uzlaşmaya, yumuşamaya, yan yana gelmeye ihtiyacı var." 

"Sonuçta biziz işte, Muharrem Bey’in ailesiyle benim ailem..."

Çünkü sonuçta biziz işte. Muharrem Bey’in ailesiyle benim ailem, sonuçta birbirimize benziyoruz. Muharrem Bey’in ailesinde ne kadar çok dindar-muhafazakar varsa, benim ailemde de belki onlardan fazla sekülerler var. O kendi ailesinden farklı bir siyasi çizgiye gelmiş, ben de ailemden farklı bir siyasi çizgiye gelmişim."

Altan Tan, Saadet Partisi'nin İstanbul'da düzenlediği 'sevgi yürüyüşü'nde

Seçimlere bir hafta kala, bir dernek toplantısından çıkıp da partisinin Beyoğlu'nda gerçekleştirdiği 'Sevgi Yürüşü'ne giderken İstanbul'da bir araya geldiğimiz Altan Tan, T24'e şunları anlattı: 

Bizim kuşak çok genç yaşlarda siyasete başladı. Aslında benim siyasi faaliyetlerim 84 değil, belki 71-72’dir, 13-14 yaşındayken. Bizim kuşak, çok küçük yaşta ağabeylerinin, akranlarının, amca-dayı çocuklarının kolundan tutup götürmesiyle gruplara, cemaatlere üye oldular.

Benim değişmeyen bir çizgim oldu. Bir, demokratım; Müslümanım, Kürdüm. Tabii tüm bu saydıklarımdan önce insanım, bu değerler çerçevesinde siyaset yapmaya çalıştım. İsterseniz 30-40 yıl geriye gidin; ağzımdan, kalemimden çıkanlar içerisinde inkar edeceğim, bugün tersini söyleyeceğim bir konu yok.

"Müslüman kesimde Kürtçülükle; Türk ve Kürt marjinal sol gruplarda dincilikle damgalandım"

Şiddete karşıyım, şiddet kullanan hiçbir örgütün içinde olmadım; iser İslami, ister Kürt. Demokratik yollarla, sivil mücadeleyle bu ülkenin daha yaşanılabilir, çoğulcu, hakça üreten-bölüşen bir sisteme kavuşması için mücadele ettim. Bu süreçte İslami gruplar maalesef uzunca bir müddet Kürt meselesine uzak kaldılar, görmezden geldiler. Bunun da temelinde, yapılarındaki Türk-İslamcı; sağcı, milliyetçi çizgi var. Bu, çok yanlış ve tehlikeli bir çizgi. Türkiye’de birçok İslamcı, birçok Müslüman kendini ümmetçi zannediyor ama bilinç altında maalesef milliyetçi. Bu, Türk solunda da böyle, onların da temel dokusunda ulusalcılık, milliyetçilik var.

Müslüman grupların içinde Kürt sorununu anlatamayınca, Kürt siyasetindeki farklı renklerle bir araya gelmeye başladık. Bunlarla beraber Kürt meselesinde bir çözüm bulabilir miyiz diye uğraştık. Çizgim hiçbir zaman değişmedi. Ama iki büyük sıkıntı beni hayatım boyunca takip etti, bugün de dahil:
Müslüman kesimde Kürtçülükle damgalandım; Türk ve Kürt marjinal sol gruplarda da maalesef dincilik ve İslamilikle damgalandım.

Birinden birini tercih etmemiz istendiğinde; hayatım boyunca karşı çıktım ama demokrat, çoğulcu çizgimi de hiçbir zaman kaybetmemeye çalıştım. Sonuç; Müslümanlığımdan da, Kürtlüğümden de, demokratlığımdan da vazgeçmedim.

"HDP'yle iki konuda başından beri anlaşamadık"

En son HDP hikayesinde de iki konuda başından beri anlaşamadık arkadaşlarımızla. Bir, HDP çizgisindeki siyaset ya da PKK’ye sempatiyle bakan arkadaşlar, hükümete, devlete, Ak Parti’ye, Tayyip Erdoğan’a en ağır eleştirileri getirdiler, ki bu eleştirilerin çok büyük bir kısmı haklı ve doğru eleştirilerdi. Fakat, AK Parti ve hükümete getirdikleri eleştirinin yarısını PKK’ye yapamadılar. PKK’nin şiddet siyaseti yanlıştı, 2013 Newrozu’ndan sonra iç savaş başlatıp, şiddete yönelmesi yanlıştı, hendek siyaseti tamamen yanlıştı. HDP’yi yöneten arkadaşlarımızın PKK’ye, “Dur, devlet yanlış yapıyor, sen yanlış yapma. Bundan sonra demokratik ve sivil olacaktır” diyemediler.

"Demirtaş, 'Biz demokratik bir kitle partisiyiz' demişti, keşke öyle olabilseydi HDP"

İkinci ayrıldığımız nokta, her ne kadar Türkiye partisiyim dese de Kürt meselesi üzerinde yoğunlaşmış bir parti HDP. HDP’ye oy veren kitlenin yüzde 92’si Kürt. Bunların da büyük bir kısmı, geleneksel anlamda Marksizmden sosyalizmden, ideolojik kaygılardan uzak, Kürt meselesinin çözümünü isteyen, büyük bir kısmı da muhafazakar seçmen. Son dönemlerdeki en büyük özellikleri ise orta sınıf seçmen haline gelmiş olmaları. Bu orta sınıfın içindeki sekülerler de yine şiddete karşı. Dolayısıyla bu orta sınıf, dindarıyla seküleriyle Marksist-sosyalist ideolojiyi dayatmak ve bu kadroların yönetimine vermek de ikinci büyük yanlış. Selahattin Demirtaş, seçildiği ikinci kongrede “Biz bir ideoloji partisi değil, demokratik bir kitle partisiyiz” dedi. Keşke öyle olabilseydi HDP, ancak arkadaşlarımız Marksist-sosyalist bir çizgiye yöneldiler, üstelik bu çizgi de 1960-70’lerde kalan, bir marjinal sol anlayış. Arkaik ve gerilerde kalmış bir sol anlayış.

Neden Saadet Partisi?

Özetlersek; şiddete, PKK’ye dur diyememeleri ve Kürt siyasal hareketini marjinal sol hareketin eline bırakmaları benim açımdan doğru bir nokta değildi. Peki neden Saadet Partisi?

Saadet Partisi bugün ne AK Parti gibi inkar ve salt güvenlikçi açıdan Kürt meselesine bakıyor ne de şiddete, kavgaya, iç savaşa yol veriyor. Bu ikisinin dışında üçüncü bir yol sunuyor: Kürtlerin İslami, insani, vicdani, evrensel hukuka uygun, demokratik, bireysel ve kamusal haklarının savunulabileceği bir yeni yol olarak ortaya çıkıyor. Bu seçimlerden önce bu söylemi daha önce yoktu, çok belirgin değildi SP’nin. Ama şu an yeni bir anayasadan, yeni bir vatandaşlık tanımından, Kürtçe ana dilde eğitimden bahsediyor, sorunların yerinde daha iyi çözüleceğini söylüyor, İslam birliğinden öte bir Ortadoğu birliğinden bahsediyor, vizelerin, gümrüklerin kalkmasından bahsediyor. Bunlar demokratik mücadele için, muhafazakar ve orta sınıf Kürtler için yeni bir alan olarak ortaya çıkıyor. Bu, HDP ile AKP arasında kalan Kürtler için çözüm yolu ve köprü vazifesi de kurabilir; alacağı oyun çok ötesinde işlevler de görebilir.

Hendek meselesinde sizce eski partinizde bir akıl birliği var mı? Son olarak FOX TV’de yayınlanan programda Selahattin Demirtaş ve Pervin Buldan’ın tutumları arasında farklar vardı…

Bu, bütün Türkiye’nin önünde oldu. Ben bunu eleştirdiğim zaman troller küfrediyorlar; saygısızca, seviyesizce küfrediyorlar. Sayın Pervin Buldan, “Halk kendini savunmak için hendek kazdı” dedi. Ben, özeleştiri verilmesi gerektiğini ve bu siyasetin yanlış olduğunu savunanlardanım ama bugünkü genel başkan, tamamen farklı bir yerde duuyor. "Halk kendini savunmak için kazdı" diyor; bunun tercihini halk belirleyecek. Ya hendek siyasetine dönülecek veya bu yanlıştı, silahlar susmalı, demokratik siyaset olmalı denilecek. Silahla siyaset aynı anda olmaz.

"Hendek siyasetini aklı başında kimse olumlamıyor"

Kentlileştiğini, içinde sekülerler olsa da çoğunluğu muhafazakar, şiddetle arasına mesafe koyan, orta sınıflaşmış bir Kürt seçmen toplamından bahsediyorsunuz. Sizce onlar Pervin Hanım’ın söylemini nasıl karşılıyor?

Hendek siyasetini aklı başında kimse olumlamıyor. Ama bugün HDP’ye oy veren kitle, HDP’nin barajı geçmesini, Kürt siyasal temsilinin parlamentoda olmasını isiyor. Bence de olmalı ama doğru bir çizgide olmalı. Bir de Selahattin Bey’in mağduriyeti üzerinden oy veriyor. Son olarak da bu kitlenin oylarının yanması halinde AK Parti’nin Meclis’te haksız bir şekilde çoğunluğu sağlayacağını düşünüyor. Buna izin vermek istemiyor. Yoksa asla hendeğe, şiddete, savaşa destek olsun diye bu oyu vermiyor.

HDP, diyelim ki yarın 80-90 milletvekili çıkarsa da dönüp dolaşıp geleceği nokta aynıdır. Ya 7 Haziran’daki demokrasi çizgisinde ısrar edecek veya Sayın Genel Başkan’ın çizdiği siyaset hakim olursa, yine eski yaptıklarını yapacak. Bunu yaparsa netice değişmeyecek; demokrasi yolu kapanacak, şiddet tırmanacak.

"Orta sınıf Kürt muhafazakarla iki arada bir derede kaldı"

Peki, AKP’ye oy veren muhafazakar Kürt seçmen bu süreci nasıl değerlendirdi?

Orta sınıf Kürt muhafazakarla iki arada bir derede kaldı. Bir yanda karşı çıktıkları, benimsemedikleri PKK’nin politikaları ve HDP’nin yetersizliği; öbür yanda da neredeyse “Kürt sorunu bitti, bu bir güvenlik sorunudur” diyen, MHP’lileşen, devletleşen bir Ak Parti. Zaten HDP, kitle AK Parti’nin yanlışlarından kaçtıkça kendilerinin doğru yaptığını zannediyorlar. Bu seçimde en az 5-6 puan emanet oy alacaklar. Kitlenin AKP’ye büyük tepkisi, Tayyip Bey’e kızgınlığı var. HDP’ye kırgın, Ak Parti’ye kızgın. Bu kızgınlık daha yüksek, Kürt bilinci, aidiyeti olan bütün muhafazakar, dindar seçmenler AKP’den çıkıyorlar. Bunların bir kısmı kerhen HDP’ye gidiyor, bir kısmı da Saadet Partisi’ne geliyor.

"Emanet oy yoktur, sözü çok cahilce; HDP
1 milyon oy kaybetti, demek ki varmış"

HDP, şiddete karşı, hendek siyasetine karşı, demokratik yolu önceleyen, PKK’nin Türkiye’de silah bıraktığı, müzakerelerin yeniden başladığı, hükümete kim geirse gelsin bunların çözüme zorlanacağı bir yeni demokratik siyaset. Ben kazansam da kaybetsem de o çözüm caddesinin başında olacağım. Ya HDP bu noktaya gelecektir ya da eski yanlışlarını tekrarlayacaktır, bunu da yaparsa sonuç yine aynı olacaktır. Türkiye mutlaka çözümü bulmak zorundadır.

AK Parti ne kadar büyük bir tokat yediğini 24 Haziran gecesi görecektir. Özellikte demokratlardan ve Kürt seçmenden şiddetli bir tokat yiyecektir.

"Emanet oy yoktur", sözü çok cahilce bir sözdü. Çünkü 7 Haziran’la 1 Kasım arasında bile HDP 1 milyon oy kaybetti. Demek ki emanet oy varmış. Verilen her oy emanettir, onu korursanız, sadık kalırsanız sizde kalır; ihanet ederseniz o oy geri alınır.

"HDP’nin bir baraj sorunu olduğunu düşünmüyorum"

Peki, sizce barajı aşacak mı HDP?

Bence aşacak. Şu an HDP’nin bir baraj sorunu olduğunu düşünmüyorum.

Emanet oylardan bahsettik, sizce Saadet Partisi ne oranda Kürt muhafazakarlar için alternatif olacak mı?

Rakamını tam olarak bilemiyoruz çünkü çok ani bir seçim oldu. Tam olarak belki meram anlatılamadı.

"Saadet Partisi, Kürt meselesinde yeni bir cadde, sokak açtı ama katedilecek mesafe var"

Diyarbakır’da açıklanan ‘Kürt meselesi’ raporunu nasıl buldunuz, yeterli miydi sizce?

Kürt meselesi, çok grift, karmaşık, uluslararası bir hale gelmiş; Türkiye’nin en önemli meselesi. 3-5 ayda çözülebilecek bir mesele değil. Saadet Partisi ne yaptı; AKP’nin MHP’yle ittifakı, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bozkurt işareti yapması, tamamen güvenlikçi yöne gidip hak ve özgürlükler meselesini rafa kaldırması Kürtlerde infial meydana getirdi, HDP’ye karşı da bir güvensizlik var. SP bugün, ince de olsa, dar da olsa bir üçüncü orta yol açtı. Bu yol belki bugün bir otoban değil, belki Kürt meselesinin çözümüyle ilgili dört başı mahmur, herkesi tatmin edecek bir noktada değil.

Şunu söyledi Genel Başkan da Diyarbakır’da: Biz, inkara ve asimilasyona da karşıyız. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı coğrafya anlamında Kürdistan kelimesini de kullanıyor, anadilde eğitime de evet diyor, yeni anayasada her türlü etnik ifadeden arındırılmış bir kimlik tanımını söylüyor. Bu açılan yeni bir cadde, yeni bir sokak. Siyasi tıkanılmışlık ve gerilim ortamında, ciddiyetle dikkate alınması gereken bir üçüncü yol. Bu nasıl bir otoban haline gelir, nasıl şekillendirilir? Tabii ki böyle bakınca yeterlilik anlamında katedilecek bir mesafe var. Ama başlangıç olarak çok önemli bir misyon üstleniyor.

Raporun açıklandığı toplantı hem katılım hem de Temel Bey’in sorulara cevap vermedeki açıklığı ve özeni açısından önemli bir etkinlikti. Ancak şunlar da dikkat çekti: Kürt sorunu yerine ‘Kürt meselesi’ nitelendirmesi kullanıldı. Karamollaoğlu, 'Kürdistan' kelimesinin kullanımında bir sorun olmadığını söylerken, aslında biraz da ısrarla o kelimeyi kullanmaktan kaçındı. Geleneğinde Kürt muhafazakarların büyük yeri olan Milli Görüş’e eleştirileriniz ya da önümüzdeki dönemden beklentileriniz var mı?

Daha cesur, daha atak olması lazım. Çünkü sorunlar cesaretle çözülür. Tamam akıl, eski tabirle teenni, yani soğukkanlılık, zamanlama, tedbir önemlidir ama cesarette siyasetin ve ticaretin olmazsa olmazıdır.

"Keşke Türkiye’deki Müslümanlar gerçekten ümmetçi olsa"

Sizin uzakta olduğunuz, farklı bir siyasi hareketle yol aldığınız dönemde Milli Görüş hareketinin milliyetçileştiğini, sağcılaştığını düşünüyor musunuz? Ümmet flkrinden uzaklaşıldı mı?

Ümmetçilik, enternasyonalist bir görüştür. Cihancümül, yani bütün insanlığı, toplumu kuşatan bir fikirdir. Zannedildiği gibi İslam birliği de değildir, herkesin hakkını ve hukukunu bir kurala bağlayan hukuk manzumesidir. Hrıstiyanların, Zerdüştlerin, Ezidilerin bin küsür yıldır varolmalarını sağlayan bu hukuktur. Ama keşke Türkiye’deki Müslümanlar gerçekten ümmetçi olsalar ve herkese, kendilerinden olanlara da olmayanlara da saygılı olsalar. Çoğulculuk, birlikte yaşama, hoşgörü bu işin esasıdır. Bunun dışındaki her şey İslam’dan sapmadır, milliyetçiliktir, sağcılıktır. Ama maalesef şu anda Müslüman arkadaşlarımızın büyük kısmı bu durumdan mahluldür.

Bugün Türkiye’de bizim bir Müslüman demokrasisi çıkarma mecburiyetimiz var. Eğer bunu oturtamazsak ülkeye, maalesef çok acı çekeceğiz. İslam dünyasında bu ne yazık ki yerine oturmadı. Bir tek deneyen Tunus’ta Gannuşi, Nahda hareketi var. Uzunca bir süre İslami kesimler demokrat Müslüman lafını ağızlarına almaktan çekindiler. İslami kesim sürekli padişahçılık, kral, tiran, emir, halife, diktatör çizgisine doğru giderse; beri yandan da laik, seküler kesim sürekli İslami kesimi siyasetten dışlarsa, bu kıyamete kadar çatışma demektir. Ne yapıp edip, Türkiye’de bir Müslüman demokrat hareket çıkarmak mecburiyetindeyiz.

"Müslüman, Müslüman hukukuna bağlıdır; devletin dini hukuktur, adalettir"

Laik/seküler kesimden bahsetmişken, Saadet Partisi 24 Haziran öncesinde CHP’yle bir ittifaka gitti. Siz de İstanbul 3. Bölge’den birinci sıra milletvekili adayısınız, o bölgede CHP’ye verilen oylar, sizin Meclis’e girme ihtimalinizi da etkileyecek. Geçmişe baktığımızda, CHP seçmenlerinin büyük bir kısmını ‘ürkütebilecek’ bazı açıklamalarınız var; “Ben laik değilim”, “Türkiye’deki Kemalist yapının tarihe kaldırılması gerektiğini düşünüyorum”, “İslam şeriatına inanıyorum” gibi… Sizce bu CHP seçmeninde bir çekince yaratacak mı?

Bilgisizlik ve cehalet insanı korkutur. İnsan bilmediğinden korkar. Altan Tan’ı yakinen tanıyan bütün CHP milletvekilleri canciğer dost olmuştur. Başlangıçta tartıştığımız, kavga ettiğimiz arkadaşlarla dost olduk. Kişi, bilmediğinin tanımadığının düşmanıdır.

Şeriat, Yahudi şeriatı, Müslüman şeriatı. Şeriat, kelime olarak yol, hukuk demek. İslam şeriatı dediğiniz zaman İslam hukukudur. Türkiye’de ise şeriat bir öcü olarak biliniyor, cehaletten dolayı. Veya diktatörlük olarak algılanıyor. Ama bir Yahudi, Yahudi hukukuna bağlıdır; bir Müslüman, Müslüman hukukuna bağlıdır. Ama devlet tüm dinlere, inançlara aynı mesafede olur. Devletin dini hukuktur, adalettir.

Bunları böyle anlattığınız vakit bir sorun olmaz. Ama cahilce, bilmeden konuşulduğu vakit maalesef birçok yanlış algı olur.

"Din, iman, vatanseverlik AK Parti’nin; Kürtlük, HDP’nin ipoteğinde"

Peki sizce anlatabiliyor musunuz?

Maalesef yeterince anlatacak zeminimiz olmuyor. Türkiye’de Müslümanlık AKP’nin ve Sayın Erdoğan’ın ipoteğinde. AK Parti’ye oy vermeyenler neredeyse Müslüman değil, münafık, kafir, ajan, hain… Her şey; din, iman, vatanseverlik AK Parti’nin ipoteğinde, onun yanında değilseniz siz hainsiniz. Kürtlük, HDP’nin ipoteğinde. Siz HDP gibi, PKK gibi bir Kürt siyasetinin peşinde değilseniz, aynı şekilde hainsiniz, satılmışsınız.

Bu tanımlama bir kere çok büyük bir yanlış.  Müslümanım ama AK Parti gibi düşünmüyorum. İstanbul rantiyeye kurban edilmesini doğru bulmuyorum. Hırsızlığa, yolsuzluğa, adaletsizliğe karşı çıkıyorum. Haksız yere insanların görevden atılmasına karşı çıkıyorum. Ben bunlara şimdi karşı çıktım diye Müslüman olmuyor muyum? Ya da HDP’nin, PKK’nin siyasetini doğru bulmadığım vakit Kürt olmuyor muyum?

İnsanlar daha fazla anlatabilse, daha ortak bir noktaya geliriz. Bir de Türkiye’de tartışılmıyor. Mutlaka küfrediyor size. Ben ne zaman ağzımı açsam Akit yazarları da, PKK trolleri de aynı anda, aynı üslupla küfrediyor. Yav kardeşim küfretme, benimle tartış. Maalesef Türkiye öyle bir noktaya geldi ki zaten, korkunç bir kamplaşma var.

Tabii bu kamplaşma birden bire olmadı. Bundan ekmek yiyenler var. Mesela, Sayın Erdoğan şöyle düşündü; Türkiye’de 70’e 30 sağ-sol, muhafazakar-seküler dengesi var; ben her halükarda bunun 50-55’ini alırım, ülke kamplaşırsa kıyamete kadar iktidarım.

"Erdoğan en az 10 seçimi başörtüsüyle; HDP de baraj, cezaevi mağduriyetiyle kazandı"

Öbür taraftan yüzde 20-22’lik Kürt kitlesi var. Ben Kürt mahallesine ipoteğimi koyarsam, Kürdüm diyen herkes bana oy vermek zorunda, ben de buradan ömür boyu yürür giderim. Sayın Erdoğan en az 10 seçimi başörtüsüyle kazandı, HDP de en az 10 seçimi baraj, cezaevi mağduriyeti, “aman bu sefer de bana oy verin” diye kazandı.

Bunun için siyasetin normalleşmesi lazım. Barajlar kalkarsa, cezaevleri boşalırsa, dini, etnik problemler çözülürse, kimin ne programı varsa onu anlatacak ve Türkiye’de siyaset normale dönecek. Ama bundan ekmek yiyenler, gerilimden ve kamplaşmadan ekmek yiyenler bunun bitmesini istemiyorlar.

"İnsanlar artık Cumhurbaşkanı’nın günde 5 saat konuşmasından korkuyorlar"

Sizce Saadet Partisi’nin, cumhurbaşkanı adayı Karamollaoğlu’nun ve muhalefet adaylarının ‘kutuplaşma karşıtı’ söylem ve tutumları, sizce bu kamplaşmanın etkisinin azalmasını sağlıyor mu?

Çok etkili oluyor, 24 Haziran’da sonucunu göreceğiz. Ciddi bir dip dalga var. İnsanlar artık Sayın Cumhurbaşkanı’nın günde 5 saat konuşmasından korkuyorlar. Sürekli öfke, küfür, hakaret, aşağılayıcı bir dil… Birisine tezek, alçak, şerefsiz, haysiyetsiz derseniz bunlar küfür değil mi; illa sinkaf mı etmek lazım?

Temel Bey’in, Saadet Partisi’nin toplumu barıştırmaya çalışan, dindar-laik gerilimini indiren, Kürt meselesinde barıştan yana yol açan tarzı inşallah ileride daha çok rağbet bulur.

Erdoğan’ın 10 seçimi başörtüsüyle kazandığını söylüyorsunuz. 2012’de Meclis’te birlikte vekillik yaparken, sizin “Kemalist diktatörlük” lafınız üzerine CHP’nin cumhurbaşkanı adayı İnce ile oldukça sert bir tartışmanız oluyor. İnce’nin başörtü konusundaki açıklamalarını samimi buluyor musunuz, nasıl değerlendiriyorsunuz seçim çalışmasını?

Söylediğim her cümlenin arkasındayım. Ben öyle diyordum, Muharrem Bey böyle diyordu gibi bir polemiğe girmek istemiyorum, ben aynı yerdeyim.

Muharrem Bey’İn son üslubunu ve çizgisini olumlu buluyorum. Değişik yorumlar yapılıyor: Hacı Bayram’da cuma namazı kıldı, Anıtkabir’de fatiha okudu, başörtülü annesi hanımefendiyi ve kız kardeşini ön plana çıkardı, oy almak için yaptı, şöyle yaptı, böyle  yaptı, yok böyle giderse başına takke de koyar… Keşke koysa! Ben niyetleri sorgulamıyorum. Öyledir demiyorum ama oy almak için olsa bile bu atılan adımların, siyasetin, üslubun gerilimi azalttığını, mesafeleri kapattığını düşünüyorum. Muharrem Bey, bu çizgisiyle doğru olanı yapmaktadır. İnşallah sonuna kadar da öyle götürür. Toplumun uzlaşmaya, yumuşamaya, yan yana gelmeye ihtiyacı var.

"Muharrem Bey de, ben de ailelerimizden farklı siyasi çizgilere gelmişiz"

Çünkü sonuçta biziz işte. Muharrem Bey’in ailesiyle benim ailem, sonuçta birbirimize benziyoruz. Muharrem Bey’in ailesinde ne kadar çok dindar-muhafazakar varsa, benim ailemde de belki onlardan fazla sekülerler var. O kendi ailesinden farklı bir siyasi çizgiye gelmiş, ben de ailemden farklı bir siyasi çizgiye gelmişim.

Peki ailenizdeki sekülerler Saadet Partisi’ne nasıl yaklaşıyorlar?

Olumlu görüyorlar. Bir kısmı partinin çizgisini olumlu görüyor, bir kısmı şahsıma destek veriyor. Bir kısmı da vermiyor aslında.

Hasip Kaplan’la birkaç gün önce bir gerginlik yaşadınız…

Gereksiz bir şey yaptı Hasip Bey. Benim kendisiyle alıp veremediğim bir şey yok, üstüne üstlük çok eski bir dostluğum, arkadaşlığım var. Sehven bir şey olduğunu düşünüyorum. Herkes beni eleştirebilir ama küfretme, hakaret etme ya da seviyesiz laflar etme ne benim ne de başka birinin haddi değil.

Suruç || "Ana akım medya yüz kızartıcı durumda; ahlâk, vicdan, hepsi yerle bir olmuş"

Suruç’ta yaşananların ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, CHP’nin cumhurbaşkanı adayı İnce’yi suçladı. Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetin tutumu, olayın ana akım medyada “AKP’lilere saldırı” şeklinde servis edilmesi hakkında düşünüyorsunuz?

Suruç’ta, Urfa’da yaşayan herkes orada neler olduğunu biliyor. Bir dükkana gidiyorlar, tartışma yaşanıyor, bir kişiyi vuruyorlar. Onlar da milletvekilinin abisini vuruyor. Ondan sonra da hastaneye gidip, iki kişiyi de hastanede infaz ediyorlar. Hadisenin aslı bu.

Hastanede infaz dünyanın neresinde görülmüş? Ama yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, bugün tamamen farklı bir şey söylüyorlar. Ana akım medya da maalesef yüz kızartıcı bir durumda. Ahlak, vicdan, hepsi yerle bir olmuş durumda. Önce haberin doğrusunu ver, sonra yorum yap. Ama maalesef vicdanları cüzdanlarına esir olan bir toplulukla karşı karşıyayız.