Gündem

"Almanya ve Türkiye tarihlerinin belki de en derin, en ciddi krizini yaşıyor"

"Galiba dış sorunları rahatlatmanın yolu da içeriden geçiyor"

21 Temmuz 2017 11:24

Hürriyet yazarı Murat Yetkin, Türkiye ile Almanya arasında yaşanan krizle ilgili olarak "Türkiye dış ilişkilerinde hayli sıkıntılı günlerden geçiyoruz. Bu sıkıntılar Türkiye’nin Batı dünyasıyla, ABD ve o arada Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerini, dolayısıyla hem demokratik, hem ekonomik ortamı geriletme ihtimali taşıyor" dedi. Yetkin, "Almanya ve Türkiye tarihlerinin belki de en derin, en ciddi krizini yaşıyor" ifadesini kullandı.

Dün (20 Temmuz 2017) Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, gazeteci Deniz Yücel'in ve insan hakları aktivisti Peter Steudtner'in tutuklanmasıyla ilgili olarak "Türkiye'ye çok sabır gösterdik ki bazen bunu yapmak hiç kolay olmadı" dedi. "Türkiye politikamıza yeni bir yön vermemiz gerekiyor. İlişkilere böyle devam edemeyiz" görüşünü dile getiren Gabriel, "Ankara'daki sorumluların politikaları sonuçsuz kalmayacak" diye konuştu.

Gabriel Almanya'nın ilk etapta Türkiye'ye yönelik üç ayrı noktada farklı adımlar atacağının altını çizdi. "Hukuki güvencenin olmadığı bir ülkede hiç kimseye yatırım yapması tavsiyesi veremeyiz" diyen Gabriel, Alman ihracat kredi garantilerinin yeniden gözden geçirileceğini söyledi.

Murat Yetkin'in "Almanya krizi ciddi" başlığıyla yayımlanan (21 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

Almanya ve Türkiye tarihlerinin belki de en derin, en ciddi krizini yaşıyor.

Krizin son perdesi 19 Temmuz gecesi Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Ali Kemal Aydın’ın Alman Dışişleri Bakanlığına çağrılmasıyla tırmanmaya başladı. Aynı saatlerde Alman basınına Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in Türkiye ile krizi çözmek amacıyla “tatilini yarıda keserek” Berlin'e döndüğü duyurulmuştu.

Büyükelçi Aydın’a diplomatik nezaketle uğraşacak zaman olmadığı özellikle vurgulanarak ültimatom gibi bir protesto notası verildi. Notada Türkiye’de tutuklu bulunan Alman vatandaşlarının derhal serbest bırakılması isteniyordu.

Bu kişiler Die Welt gazetesinin Türk asıllı Alman vatandaşı muhabiri Deniz Yücel, Etkin Haber Ajansının Kürt kökenli Türk-Alman vatandaşı tercümanı Meşale Tolu ve geçen hafta Büyükada’daki Uluslararası Af Örgütü semineri sırasında gözaltına alınıp ardından tutuklanan insan hakları savunucusu Peter Steudner idi.

Dün akşamüzeri Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Almanların Türkiye’ye tutukluları serbest bırakmak için 21 Temmuz öğle vaktine dek süre verdiklerini de söyledi.

Yoksa ne yapacaktı Almanya?

Onu da Çavuşoğlu ona cevap vermeden önce Berlin’de bir basın toplantısı düzenleyen Gabriel vermişti. Türkiye’ye yeterince sabretmişlerdi, ama böyle gitmezdi. Türkiye’ye seyahat yasağını da, yatırımları da, yardımları da gözden geçireceklerdi.

Çavuşoğlu ise Suriyeli mülteciler için “vermediğiniz yardımı mı kesmekle tehdit ediyorsunuz?” diye sordu. Türklerin öldürmekten yargılanan neo-Nazi NSU örgütü davasının on yıldır sürdüğünü söyledi. Tutuklu Alman vatandaşlarının casusluk şüphesi altında olduklarını tekrarladı; onları Türkiye’ye gelen milyonlarca Alman turistle karıştırmamak lazımdı.

Tabii bu arada Türkiye’nin Almanya’dan ısrarla istediği 15 Temmuz kanlı askeri darbe girişimi sonrası Almanya’dan siyasi iltica talebinde bulunan –ordudan atılmış- subayların durumu var. Çavuşoğlu “Bizim parlamentomuzu bombalayanı terörist saymıyor” diye yakındı.

Bu konu, Almanya ile zaten İncirlik ve ardından Konya NATO üsleri krizlerini çıkarmıştı, şimdi onlar yatışmadan Büyükada tutuklamaları çıktı.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Almanya’nın bu çıkışlarını 24 Eylül’de yapılacak seçimlerde Türkiye’ye, özellikle de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a vurarak puan toplama “modasına” bağlıyor. Ama Almanya’nın Türkiye’ye tehditlerinin blöf olduğu ortaya çıkarsa bu durum ters tepmeyecek mi? Yok gerçek çıkarsa, Almanya gerçekten bu nedenle tarihi ve derin ilişkiler içinde olduğu Türkiye’ye yaptırımlara kalkışırsa işler herkes için iyice çığırından çıkmayacak mı?

Hem Türk, hem Alman hükümetleri karşıdan gelen siyasi talepleri mahkemelere havale ediyor. Tabii burada Türkiye’de yargının 15 Temmuz sonrası ilan edilip dün bir yılını dolduran Olağanüstü Hal altındaki durumuna değinmek gerekiyor.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü AK Parti içinde de adaletin işleyişinden duyulan rahatsızlığı, yürüyüş sırasında yapılan bir anketle ortaya çıkarmıştı. Belki Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Başbakan Yardımcılığına alınmasını doğrudan Yürüyüşe bağlamak doğru olmaz, ancak yargı kararlarının bugün Türkiye’de siyaset ve ekonominin önünde bir engel olduğunu söylemek de yanlış olmaz.

Örneğin Alman vatandaşı Steudner ve onunla birlikte tutuklanan, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Başkanı İdil Eser dâhil diğer beş kişi, terör örgütüne yardımcı olmakla suçlanıyor ama hangi örgüte olduğu dahi söylenmiyor.

Bu benim aklıma şimdi Fethullahçıların tezgâhı ilan edilip kapanmış olan Askeri Casusluk davasında, Türk askerlerinin casuslukla suçlanırken hangi ülke, şirket, ya da çıkar grubu adına casusluk yaptıklarının dahi yazılmamış olduğunu getirdi.

Cumhuriyet gazetesinden meslektaşlarımız, Kadri Gürsel, Ahmet Şık ve diğerleri tutuklanmalarının 267’inci gününde 24 Haziran’da çıkarılacaklar mahkeme karşısına; aynı anda hem PKK, hem FETÖ üyesi olmaktan yargılanıyorlar.

HDP eş-başkanı Selahattin Demirtaş’a tutuklanmasından neredeyse 10 ay sonraya mahkeme günü veriliyor. Yani yargının görünümü iyi değil. Bu durum dışarıda hükümetin adeta KHK’lar yoluyla yargıyı muhalif sesleri bastırma aracı olarak kullandığı algısına yol açıyor.

Ancak bu durum Almanya’nın Türkiye’ye haksızlık yapıyor olmasını da meşru hale getirmiyor.

ABD’nin de. Türkiye’yi insan hakları savunucularının kanıt ve örgüt ismi olmadan tutuklanması nedeniyle hukuk devleti olmaktan çıkmakla suçladı ABD. Öte yandan Türkiye’nin 15 Temmuz askeri darbe girişiminin arkasında olmakla suçladığı Fethullah Gülen’in ABD’deki faaliyetlerinin hiç değilse kısıtlanması yönünde dahi adım atmıyor. YPG/PKK konusunda yaşanan çifte standartlı yaklaşımı hiç saymayalım bile.

Türkiye dış ilişkilerinde hayli sıkıntılı günlerden geçiyoruz.

Bu sıkıntılar Türkiye’nin Batı dünyasıyla, ABD ve o arada Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerini, dolayısıyla hem demokratik, hem ekonomik ortamı geriletme ihtimali taşıyor.

Bu sıkıntıların tamamının kaynağında ise iç sorunlar, yargı bağımsızlığı ve terörle, darbecilikle mücadele sorunları bulunuyor.

Galiba dış sorunları rahatlatmanın yolu da içeriden geçiyor.