Politika

Ali Bulaç: Çatışmanın fasit dairesini kırmak için herkes, iç dünyasında muhasebe-i nefisten geçmeli

'Tek çare muarefe, müzakere ve muahede yoluyla bir arada yaşamaktır'

29 Ocak 2015 17:37

Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, Ortadoğu ve İslam dünyasının içine girdiği krizle ilgili olarak dış aktörlerün tek sorumlu olarak tutulmaması gerektiğini belirterek, "Çatışmanın beslediği zihin, insanı fasit bir dairenin içine hapseder. Buradan çıkış yok. Herkesin iç kendini dünyasında bir muhasebe-i nefisten geçirmeye ihtiyacı var" dedi. "Bunu başarabilenler karşılıklı konuşma, diyalog kurma azmini gösterebilir" diyen Bulaç, Tek çare muarefe, müzakere ve muahede yoluyla bir arada yaşamaktır" ifadesini kullandı.

Bulaç'ın Zaman'da "Fasit daire" başlığıyla yayımlanan (29 Ocak 2015) yazısı şöyle:

 

Fasit daire

 

Savaş ve çatışmalara birkaç açıdan bakılabilir ve kişinin bakış açısına, önem verdiği faktörlere göre çatışmalar farklı şekillerde açıklanabilir.

Batılı sosyal bilimlerinin iddia ettiğinin aksine beşeri her olayın ortaya çıkmasında rol oynayan belirleyici faktör insan olup çevre faktörleri değildir. Sosyal çevre ve maddi faktörler etkileyici rol oynarlar. İster küresel ister bölgesel veya toplumsal çatışmaların sürmesinde insan faktörü birinci derecede rol oynamaktadır. Bu böyledir, çünkü yeryüzünde cereyan eden iyi-kötü her olayda insan müdahildir. Zamanı insan yaşar, kendi tarihini kendisi yazar. Bununla beraber insan gücünü aşan belirleyiciler yok değildir. Eğer insanın yapıp etmelerinde İlahi irade rol sahibiyse, insan doğru istikamet takip etmekte, içinde yaşadığı “deni ve edna varlık mertebesinden (dünya)”, ulvi aleme, asıl hakiki yurduna doğru güvenilir biçimde yol almaktadır. Ancak İlahi iradenin dışında insanın amellerini belirleyen başka güçler, faktörler varsa orada insanın kendini bu güç ve varlıkların etkisinden kurtarıp özgürleştirmesi gerekir.

Makro düzeyde bütün dünya bir altüst hali yaşamaktadır. Askeri ve ekonomik gücü ellerinde bulunduranlar, söz konusu altüstlerden en az hasarla çıkmaya çalışmaktadırlar. Fizikte, biyolojide ve epistemolojide yaşanan ürpertici belirsizlik kendi toplumlarını da çözmesin diye, sistemin büyük çelişkilerini bizim beşeri havzamıza ihraç etmekte, bizde meydana getirdikleri yaygın çatışmalar sayesinde kendi iç çöküşlerini geciktirmektedirler.

Bu önerme doğru olmakla beraber Ortadoğu ve genelde İslam dünyasının içine girdiği krizin yegane müsebbibi tabii ki dış aktörler değildir. Bünyemizin zayıf olması, sosyo-ekonomik sistemlerimizin kırılgan yapısı bu krizde önemli rol oynamaktadır. Felsefi ve ahlaki merkezinden kopmuş her toplum bir iç zaafa girer ve başkalarının suistimaline açık hale gelir. Eğer dinler, mezhepler, etnik gruplar, cemaatler, devlet-halk, yaşama biçimleri, sınıflar, kadın-erkek ve iç toplumsal dinamikler seviyesinde sürgit çatışıyorsak, ortada ciddi sorunlar var demektir. Dış düşmanı tek sebep göstermek veya iç hasmımızı bütün kötülüklerin sebebi saymak bizi psikolojik olarak rahatlatabilir ama zihnen büyük yanılgılara düşmemize de yol açar. Uzun zamandır büyük yanılgılar içinde yol almaya çalışıyoruz. Bizi sarsan sorunlar ve bunların beslediği iç zaaflar üzerine gitmemiz lazım. Bunun için fikri ve ahlaki cesarete sahip olmamız lazım.

İki ana kabul ve malul bir fikri-ahlaki malzemeyle iç zaaflarımızı teşhis edemeyiz:

a) Taraflardan her biri mutlak haklı olduğuna, doğruyu sadece kendisinin temsil ettiğine kesin olarak inanır, hata ve yanlışlık yapabileceği ihtimalini aklına getirmez, “masum ve masun” olduğunu iddia ederse. Böylesi durumlarda taraf olan, kendisine yönelen haksızlığı ve zulmü referans alır, sürekli bir biçimde hasmını ötekileştirip şeytanlaştırır.

b) Birilerinin hak üzere olduğuna inanması onun hakkıdır. İslam en son ve en yüksek düzeydeki hakikati temsil eder. Bundan zerre miktarı tereddüt yoktur. Ama Hakk’ın ve hakikatin ifadesi olan din, başkalarının hak ve hakikat anlayışlarını tanır, onların da yaşama haklarını hukuki güvence altına alır. Çatışan taraflar hak ve hakikat üzere olduklarını savunup başkalarına hayat hakkı tanımazlarsa bundan jenosit, etnik arındırma veya zulüm doğar. Hiç değilse “Ben haklıyım ama (belki) sen de (bazı konularda) haksız olmayabilirsin” diye düşünmek gerekir. Hak ve hakikati temellük edenler İslami düşünmüyorlar. İslam âlimleri fikir ve içtihatlarının mutlak hakikat değil, zanni olduğunu söylemişlerdir. Gel gör ki çatışma zamanlarında kesin inançlılar, ifrat ve tefrit içinde olanlar, her dönemde uçlarda ellerinde din baltası taşıyanlar öne çıkar, akıl, vicdan, iz’an temkin ve sulh yanlısı olanların sesini boğar. Savaş zenginleri, çatışma bezirganları ile kiralık tetikçilerin etkisini de unutmamak lazım.

Çatışmanın beslediği zihin, insanı fasit bir dairenin içine hapseder. Buradan çıkış yok. Herkesin iç kendini dünyasında bir muhasebe-i nefisten geçirmeye ihtiyacı var. Bunu başarabilenler karşılıklı konuşma, diyalog kurma azmini gösterebilir. Tek çare muarefe, müzakere ve muahede yoluyla bir arada yaşamaktır.