Gündem

Ahmet Davutoğlu: Konya'dan İstanbul'a, Malezya'dan üniversiteye, danışmanlıktan Başbakanlığa

Annesini 4 yaşında kaybeden Başbakan adayı Davutoğlu’nun 55 yıllık hayatının hikâyesi

21 Ağustos 2014 22:22

Stratejik derinlik… Komşularla sıfır sorun… Komşularla sıfır çözüm…

Bu kavramlar, Türkiye’nin halkoyuyla seçilen ilk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra, AKP’nin genel başkanı olarak seçilen ve Erdoğan'ın köşke çıkmasının ardından Başbakan olarak atanması beklenen Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu ile özdeşleşen kavram ve tartışmaları ifade ediyor. Davutoğlu, özellikle eski Osmanlı coğrafyasında Türkiye için önerdiği “düzen kurucu dış politika” vizyonuyla övülen bir isim de oldu, “komşularla sıfır sorun” söylemiyle çıktığı yolda Türkiye’nin neredeyse bütün komşularıyla kavgalı hale gelmesi üzerine “hayalperest” bulunarak eleştirilen bir isim de…

Erdoğan sonrası için Davutoğlu’nun açıklanması sürpriz değil. Çünkü başta Yeni Şafak olmak üzere, hükümete yakın gazetelerin yayınlarında “yeni başbakan kim olacak” sorusuna yanıt olarak Davutoğlu adı öne çıkıyordu. Ve Davutoğlu tercihini resmi sayılabilecek ilk açıklamaya konu eden kişi,  biraz da AKP’de kaşların çatılmasına neden olarak, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül oldu. Gül, 19 Ağustos Salı akşamı verdiği veda resepsiyonunda “göründüğü kadarıyla” notu düşerek görevi devralacak ismin Davutoğlu olduğunu söylemişti.

Hayrunissa Gül’ün kendilerine yapılanlara karşılık olarak sarf ettiği “Asıl intifadayı ben başlatacağım” sözleriyle gündem olan resepsiyonda Abdullah Gül Davutoğlu’nu siyasete sokan ismin kendisi olduğunun altını çizdi.

Siyasete fiilen 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra giren ve 12 yıl sonra başbakanlığı ilan edilen Ahmet Davutoğlu, aslen akademisyen. Kendisini aktif siyasetle tanıştıran Gül ile tanışmalarına vesile olan da bir makalesi.

Boğaziçi Üniversitesi’nde siyaset ve iktisat bölümlerini bitirerek çift diploma alan Davutoğlu, yüksek lisansını kamu yönetiminde yaptı. Boğaziçi Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden doktorasını yaparken Türkiye’nin İslamcılık üzerine de çalışan saygın hocalarından Prof. Şerif Mardin’in dikkatini çekecek Davutoğlu’nun sosyal bilimler üzerine kurulu akademik kariyerinde ayrıksı duran “iktisat” basamağının sebebi babası.

 

4 yaşında annesiz kaldı

 

Faruk Bildirici’nin 2009’da Hürriyet’te yazdığı portreye göre, işlerini devretmek için oğlunun işletme okumasını isteyen Mehmet Davutoğlu, ilk eşi Memnune Davutoğlu öldükten yaklaşık bir yıl sonra, Milli Görüş hareketinin merhum lideri Necmettin Erbakan'ın da memleketi olan Konya’dan İstanbul’a göçen bir işadamı. Bir Türkmen kasabası olan Konya, Taşkent’te nakliye işleri, kunduracılık ile uğraşan Mehmet Davutoğlu, Tayyip Erdoğan ile farklı yıllarda ama aynı gün, 26 Şubat 1959'da dünyaya gelen Ahmet Davutoğlu henüz 4 yaşında anne kaybı yaşadıktan kısa bir süre sonra Sefure Hanım ile evlendi.  Ahmet Davutoğlu, babası ve “anne” diye seslendiği Sefure Davutoğlu ile birlikte göç ettikleri İstanbul’un Fatih semtinde yaşamaya başladı. İlk dört yılı Hacı Süleyman Bey İlkokulu’nda okuyan Ahmet Davutoğlu, ailesi Bahçelievler’e taşınınca ilkokulu orada bitirdi.

Davutoğlu, ilkokulu bitirdikten sonra hayatına katkısı kritik olacak İstanbul Erkek Lisesi’ne başladı. Eski başbakanlar Erbakan ve Mesut Yılmaz'ın da mezunu olduğu, Cumhuriyetin ilk kuşağından Türk öğretmenlerin ders verdiği lisede, bir yandan da Alman kültürünü ve edebiyatını öğrendi Davutoğlu. Yatılı okula 12 yaşında girdikten sonra klasiklerle tanışan Davutoğlu, diğer öğrenciler gibi Kafka, Goethe okumaya başlamış, Berthold Brecht’in eserlerini tanımıştı. Davutoğlu, Batı kültürünün temel eserlerini okurken Türk öğretmenlerinin teşvikiyle Türk edebiyatına da eğilmeye başladı. Davutoğlu’nun lisedeyken eserlerini okudukları arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Fuzuli, Farabi ve Ahmet Cevdet gibi isimler yer aldı. 

 

Yıllarca saklanan Stalin kitabı 

 

Takvim 1970’leri gösterdiğinde İstanbul Erkek Lisesi’ne de “sol”dan sirayet eden siyasi gerginlikler vesilesiyle, Davutoğlu Marksist literatürün temel eserlerini okudu. Orta üçte okuduğu ve üzerine notlar aldığı Stalin’in “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm” kitabını yıllarca muhafaza etse de, ne Marksist örgütlerde, ne de İslami çizgideki oluşumlarda yer aldı.

Aralarında Murat Ülker, Aydın BabunaMustafa Çam ve Engin Işıksal’ın da bulunduğu sınıf arkadaşlarıyla bazen futbol oynayan Ahmet Davutoğlu, kitaplara ayırdığına kıyasla sosyal hayatına çok az vakit ayırdı. 

1977’de liseyi bitirdiğinde sosyal bilimler okumaya kararlı olmasına rağmen babasının telkinleriyle Boğaziçi Üniversitesi’nin İktisat Bölümü’ne kaydoldu. İngilizce için bir yıl hazırlık okuması gerekti. Lisede Almanca’dan sonra ikinci yabancı dili olduğu için zorlanmayan Davutoğlu, yazın da yaklaşık bir ay İngiltere’ye gitti.Boğaziçi’nde iki bölümde okuma uygulaması başlayınca Siyaset Bilimi Bölümü’ne de yazıldı. Davutoğlu’nun siyaset bölümündeki sınıf arkadaşları arasında Adnan Büyükdeniz, Ethem Eldem ve Nuray Mert de vardı.

1982’de iktisattan mezun olan Davutoğlu, düşünce tarihine yoğunlaştı. Eflatun’dan Hegel’e kadar önde gelen pek çok filozofun düşüncelerini öğrenirken 12 Eylül 1980 darbesi dönemine denk gelen bu dönemde konserlere, toplantılara, öğrenci etkinliklerine fazla zaman ayırmadı, futbol ve güreş dışında bir sporla ilgilenmedi. 

 

Şerif Mardin desteği



1984’te Kamu Yönetimi Bölümü’nde yüksek lisansa başlayan Davutoğlu, doktorasını Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Tez hocası Prof. Şerif Mardin’in de desteğiyle 1986’da başladığı tezini daha bitirmeden özet bir makale olarak üniversitenin akademik dergisinde yayınlattı.

 

ABD yerine Malezya tercihi

 

Tezin yayınlanması kendisine büyük bir teşvik olan Davutoğlu, makale yazmaya devam ederken 1989 Kasım’ında iki teklif aldı. Teklifin biri ABD’den, diğeri Malezya’dan geldi. Batı kültürünü yeterince tanıdığına inanan Davutoğlu Malezya’ya gitmek istedi. Davutoğlu’nun yüksek lisan eğitimi devam ederken 1984’te evlendiği Sare Davutoğlu da bu kararı destekledi.

 

Kürtaj karşıtı jinekolog eş

 

Evlilik, Davutoğlu gibi Sare Hanım’ın da eğitim sürecine rast gelmişti. Sare Davutoğlu, evlilik nedeniyle tıp eğitimini sonlandırmayacak ve jinekoloji alanında uzmanlaşacaktı. Sare Davutoğlu, kürtaj karşıtı platformlarda ses yükselterek de dikkat çekti. Ancak henüz bunlar olmadan Sare Davutoğlu, daha sonra iki çocuğun daha ekleneceği, çocukları Sefure ve Memnune ile 1990’ın ilk aylarında Kuala Lumpur’a taşındı. 

İslam Konferansı Örgütü’nün kurduğu Uluslararası İslam Üniversitesi’nde Türkiye’den gelen 15’e yakın öğretim üyesinden biri olan Davutoğlu, farklı ülkelerden gelen öğrencileriyle çalışırken elindeki George Sabine’in klasikleşen ancak Batı kültürüne ağırlık veren “Yakınçağ Siyasi Düşünceler Tarihi” kitabıyla yetinmek istemedi. Konfiçyus’tan Hint ve İslam kültürüne pek çok alanda araştırma yapan Davutoğlu, Osmanlı düşünürü Kınalızade’yi de eklediği yeni bir siyasi düşünce metni hazırladı.

 

1 yılda 13 kez basılan Stratejik Derinlik



Malezya’dayken ailesiyle yerel festivallere de katılan Davutoğlu, 1993’te doçent oldu. 1994’te “The Civilizational Transformation and the Muslim World” (Medeniyetin Dönüşümü ve Müslüman Dünyası) kitabını yazdı. Aynı yıl, Davutoğlu’nun doktora tezi olan “Alternative Paradigms” (Alternatif Paradigmalar) kitap olarak çıktı. İki yıl için gittiği Malezya’dan dört yıl sonra, 1995’te ayrılan Davutoğlu, Türkiye’ye döndüğünde doçentlik unvanını aldı. Çok geçmeden Marmara Üniversitesi’nde göreve başladı,  Üniversitedeki kadro sorunları nedeniyle önce Sosyal Bilimler Yüksekokulu’nda başladı, sonra uluslararası ilişkiler bölümüne geçti. 

1999’da profesör olduktan sonra yeni kurulan Beykent Üniversitesi’ne geçti ve adını daha geniş kitlelerin duymasını sağlayan kitabını bu üniversitedeyken yayınladı. “Stratejik Derinlik” bir yıl içerisinde 13 baskı yaptı. Harp Akademileri’nden MÜSİAD’a kadar birçok yerde konferanslar verdi.

 

Erdoğan’dan önce Gül’e yakındı

 

Davutoğlu, yazdığı bir makale dikkatini çeken Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı olacak Abdullah Gül ile 1980’li yıllarda tanıştı. Ancak yakınlaşmaları Gül’ün 1990’lı yıllarda Suudi Arabistan’dan dönüşünden sonra oldu.

Davutoğlu, Tayyip Erdoğan ile de belediye başkanlığı öncesinde tanıştı. Fakat Gül’e daha yakındı. REFAHYOL koalisyonundaki Devlet Bakanlığı sırasında ihtiyaç duyduğunda Gül’e yardımcı oldu. Danışmanlığı, Gül’ün 2002 sonrasında başbakan olarak hükümet kurmasıyla resmileşti. Davutoğlu, Başbakanlık Başdanışmanı olarak göreve başladı. Gül’ün önerisi ve dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onayıyla büyükelçilik unvanı aldı. Gül’ün Başbakanlığı 2003’te Erdoğan’a devretmesinden sonra da görevine devam etti. Ayrı bir ekibi olmayan Davutoğlu’na, Başbakanlık’ta yardımcısı ve eski öğrencisi Ali Sarıkaya, bir sekreteri ve şoförü eşlik etti.

 

Economist: Perde arkasındaki güç

 

Davutoğlu’nun o dönemde gerçekleşen dış temaslardaki etkisi “gölge adam” yorumlarına neden oldu. Yıl 2007’ye geldiğinde bu etkisi nedeniyle, The Economist dergisi  Davutoğlu’nu “eminence grise” (perde arkasındaki güç) olarak nitelendirecekti.

 

1 Mart tezkeresine karşı çıkış

 

AB ile temaslardan Kıbrıs müzakerelerine pek çok alanda rol alan Davutoğlu’nun 1 Mart tezkeresine karşı çıkışı, Büyük Ortadoğu Projesi’ne mesafeli yaklaşımı onu zaman zaman Başbakan Tayyip Erdoğan ile ayrı düşürdü, ancak Erdoğan onunla çalışma kararından vazgeçmedi.

Erdoğan’ın özel uçağıyla çeşitli ülkelere giden, hükümet adına resmi temaslarda bulunan Davutoğlu, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın dış temaslarının, ikili görüşmelerinin özel sayılabilecek anlarına da katılabiliyordu. ABD ve bazı Avrupa ülkeleri, büyükelçilikler veya Dışişleri yerine Davutoğlu’nun telefonunu arayabiliyor, gelen mesajları sonradan Davutoğlu Dışişleri’ne aktarabiliyordu. 

 

Davutoğlu’na özel MGK kararı

 


Şam’da dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile görüşme görevi MGK bildirisiyle duyurulurken ABD Başkanı Barack Obama gelmeden önce Washington’a gidip hazırlıklara dâhil olabiliyordu. Hamas lideri Halit Meşal ile gizli görüşmesinin ortaya çıkması kamuoyunda yankı bulan Davutoğlu’nu “Türk diplomasisinin Kissenger’ı”, “Gölge adam”, “İnce bir taktisyen” olarak nitelendirenler oldu.  

 

‘Neo-Osmanlıcılık değil, merkez olmak’ 

 

Davutoğlu, AKP’nin 2009 yılında yapılan kongresinde Merkez Karar Yönetim Kurulu’na girdi. Başbakan Yardımcısı olacak AKP’nin en kıdemli isimlerinden Bülent Arınç ile birlikte delegelerinin verdiği geçerli 1243 oyun tamamını alan iki isimden biriydi.

Davutoğlu, 1 Mayıs 2009’da yapılan kabine değişikliği sırasında Ali Babacan’ın yerine TBMM dışından atamayla Dışişleri Bakanlığı makamına getirildi. Haziran 2011'daki genel seçimde, AKP listesinden Konya Milletvekili seçilerek parlamentoya girdi. AKP'nin elde ettiği yüzde 50'ye yakın oy oranıyla zafere imza attığı bu seçimden sonra kurulan Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki 61. Cumhuriyet Hükümeti’nde de Dışişleri Bakanlığı koltuğunu korudu.

Davutoğlu, her zaman “iddialı konuşan” bir ‘danışman’ ve ‘dışişleri bakanı’ oldu“Bu bölgede düzen kurma misyonu bizimdir” gibi iddialı hedefleri telaffuz etmekten çekinmedi. Kendisini “neo-Osmanlıcı “olmakla eleştirenlere karşı “Türkiye’nin tarihi arka planını kullanarak, çevreyle entegre ve aktif bir politika izlediklerini, tek yere endeksli olmadıklarını” söyleyerek cevap verdi. Davutoğlu’na göre, ”Temel amaç, Türkiye’yi ‘merkez ülke’ konumuna ulaştırmaktı.”

 

Vizelerin kalkması için ilk somut adım

 

Türkiye’nin Avrupa Birliği ile müzakerelere başlaması, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne üye seçilmesi, İran ile Batı arasındaki nükleer görüşmelerde Brezilya ile birlikte devreye girip İran’ı uzlaşmaya razı etmesi, Hamas üzerinde etkili aktörlerden biri haline gelmesi Ankara’nın Batı tarafından dikkatle izlenmesine yol açmıştı. Bu süreçte 1 Mart tezkeresinin reddedilmesi, Davos’taki 'one minute' vakası ve Mavi Marmara gemisine yönelik saldırısı sonrasında İsrail’in Türkiye’den resmen özür dilemesi Türk dış politikası hanesine yazılan artılar olarak kabul edildi.

Latin Amerika'dan Afrika'ya uzanan çok geniş bir coğrafyada yeni diplomatik temsilcilikler açılması, birçok ülkeyle yeni ticaret anlaşmaları imzalanması ve vizelerin kaldırılması için gereken ilk anlaşmanın imzalanması Davutoğlu’nun dış politikasının etkili hamlelerinden sayıldı.

 

‘Komşularla sıfır sorun’ politikası

 

İcraatını eleştiren kesimlerin de her zaman olduğu Davutoğlu, en çok “Komşularla sıfır sorun politikası”  iddiasıyla tartışıldı. Sebep; Davutoğlu’nun danışmanlığı ve Dışişleri Bakanlığı süresince Türkiye’nin başta sınır komşularıyla yaşadıkları sorunlar, özelikle Suriye ile savaşın eşiğine gelinmesi oldu.   

Türkiye, Arap Baharı’na destek verdi. Arap Baharı’nı Ortadoğu’da halkların diktatörlüklere isyanı, yöneticilerini kendi özgür iradesiyle seçme talebi, özgürlük ve refah arayışı olarak gördü ve destekledi. Mısır’ın devrik lideri Hüsnü Mübarek’e “artık çekil” çağrısı yapan Başbakan’ın, Arap Baharı turu kapsamında ziyaret ettiği Mısır’da söylediği “Laiklikten korkmayın” sözleri, bu kez İslamcı çevrelerin tepkisini çekecekti.

AKP, Mısır’da ülkenin tarihinde ilk kez yapılacak serbest seçimle partileşen Müslüman Kardeşler’e seçim yarışında yardım etti. Türkiye’nin, seçim sonucunda iktidara gelen Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi’ye destek politikası, Mursi’nin darbeyle devrilmesinden sonra da devam etti ve darbeci yönetimle ilişkiler Mübarek dönemindeki gibi olmadı. 2013 yılında, Türkiye, Mısır ile ilişkisini maslahatgüzar seviyesine düşürdü.

 

Suriye’nin düşürdüğü Türk jeti

 

Hem Erdoğan, hem Davutoğlu, 900 kilometrelik en uzun sınırı paylaştığı komşusu Suriye’de Esad  rejimini bu taleplere sessiz kalmaması için uyarmaya başladı. Bu süreçte en kritik görüşmelerden biri Davutoğlu ile Beşar Esad arasında 9 Ağustos 2011'de yapılan 6,5 saatlik görüşme oldu.  

Başta Erdoğan olmak üzere, Türkiye hükümetinden Esad’a yönelik ağır eleştiriler yapılırken ülke iç savaşa sürüklendi. Milyonlarca Suriyeli ülkesini terk etmek zorunda kaldı, bir milyondan fazla Suriyeli Türkiye’ye sığındı.

Haziran, 2012’de Suriye, uluslararası hava sahasında uçtuğu belirtilen bir Türk jetini düşürdü. Davutoğlu bu konu hakkında “Uçağın kimliği kamufle değildi. Herkes tarafından gözlemlenebilen bir kimliği vardı. Böyle bir uçuştan tehdit çıkarmak ya art niyettir, ya amatörcedir” dedi. Suriye’ye karşı herhangi bir misillemeye gidilmezken yaklaşık iki yıl sonra Türkiye, bir Suriye helikopterini sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle vurduğunda Davutoğlu “Kimse bir daha Türkiye'nin sınırlarını herhangi bir şekilde ihlal etme cüreti gösteremeyecektir” ifadesini kullandı.

 

‘Süleyman Şah Türbesi’ne saldırabiliriz’ kaydı  

 

Suriye ile ilişkilere dair en dikkat çeken gelişme, 30 Mart 2014 seçimleri öncesinde yaşandı. Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ferdidun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'e ait olduğu iddia edilen bir konuşmada, ABD’nin Esad rejimine karşı sert tedbir almasını sağlamak amacıyla Türkiye’nin Suriye’deki toprağı olan “Süleyman Şah Türbesi’ne saldırı yapılabileceği” tartışılıyordu. Kayıtta, Davutoğlu'na ait olduğu iddia edilen ses "’Başbakan, bu (Süleyman Şah Türbesi) bir imkân gibi değerlendirilmeli bu konjoktürde' dedi" ifadelerini kullanırken Fidan'a ait olduğu öne sürülen ses de "Gerekirse Suriye'ye dört adam gönderirim. Türkiye'ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesi’ne de saldırtırız" diyordu. Davutoğlu,  konuya ilişkin yaptığı ilk açıklamada kaydın tahrif edildiğini savunurken yetkililerin dinlenmesinin “Savaş ilanı olduğunu” söyledi. Söz konusu ses kaydı, daha sonra “casusluk” soruşturmasına konu oldu.

 

IŞİD elinde 49 rehine

 

Aynı türbe, Ağustos, 2014’te Türkiye gündemine yine girdi. Konu, bu kez Haziran’da rehin alınan “49 Türk vatandaşın serbest bırakılması karşılığında hükümetin türbeyi Irak Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) vereceği” iddiasıydı. Dışişleri Bakanlığı, iddiaya ilişkin açıklamasında haberi “sorumsuzluk” olarak nitelendirirken 49 rehine için de “Musul Başkonsolosluğu’muz personelinin en kısa zamanda sağ salim ülkemize dönmelerinin sağlanması için ilgili tüm kuruluşlarımız eşgüdüm halinde çalışmalarını sürdürmektedir” dedi. Davutoğlu, IŞİD baskını yaklaşırken Musul Başkonsolosluğu'nu boşalttırmayarak Türkiye'yi zaafa, rehine alınanların hayatını da tehlikeye düşüren bir 'öngürüsüzlük'le suçlandı. Bu gelişme üzerine hem Türkiye IŞİD’e “Kimse bizim sabrımızı test etmesin” mesajı verdi, hem de 49 kişinin akıbetinin meçhul olması bu dönemi Türkiye kamuoyundan dış politikaya dair en sert eleştirilerin yükseldiği dönemlerden biri yaptı.  

 

‘Şangay Beşlisi’ne alın, AB’yi unutalım’

 

Mısır ve Suriye ile gerginlik tırmanırken Başbakan Erdoğan, bu ülkelerde yaşananlara yeterli tepkileri göstermedikleri gerekçesiyle Avrupa Birliği ve ABD’yi eleştirdi. Erdoğan’ın otoriterlikle eleştirilen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e “Türkiye’yi Şangay Beşlisi’ne alın, AB’yi unutalım” sözleri AKP’ye AB üyeliğine girme çabası için destek verenlerin de tepkisini çekti. Eleştirilerin hedefine Beyaz Saray’ı da koyan Erdoğan’ın telefonlarına ABD Başkanı Barack Obama’nın bir dönem çıkmadığı kamuoyuna yansıdı. 

Türkiye’nin Irak’ın merkezi hükümetiyle ilişkileri, özellikle Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile petrol anlaşmaları nedeniyle gerilirken Batı’da ve Doğu’daki kritik ülkelerde Türkiye’nin muhatap bulamaması nedeniyle Davutoğlu’na yönelik “komşularla sıfır sorun” eksenindeki eleştiriler sertleşti. 

Ancak Başbakan Erdoğan, Davutoğlu’nun ve politikalarının arkasında durmaya devam etti. Ve 12. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra halefi olarak Ahmet Davutoğlu’nu gösterdi.

Davutoğlu da, Erdoğan tarafından resmen AKP Genel Başkanı ve Başbakan adayı olarak duyurulduktan sonra yaptığı ilk konuşmada, bu kez vizyon değil, ama bir “misyon” açıklayarak, selefiyle anlaşmasının ihtimal en acil maddesini ilan etti:

“İster paralel yapı adı altında, ister başka isim altında kimler bu kutsal yürüyüşü durdurmak isterse AKP kadroları onların karşısında tarihi kaya gibi duracak ve durmaya da devam edecektir.”

 

İlgili Haberler