Gündem

9 gazeteden 13 köşe yazarı Türkiye gündemi için ne dedi?

9 gazeteden 13 köşe yazarı gündeme dair yazdı

29 Haziran 2013 11:16

Radikal'den İlker Birbil, Ömer Şahin; Vatan'dan Müge İplikçi; Yeni Şafak'tan Özlem Albayrak; Zaman'dan A. Turan Alkan, Şahin Alpay; Taraf'tan Murat Belge, Vecdi Sayar; Milliyet'ten Melih Aşık; Akşam'dan Deniz Gökçe; Sabah'tan Mehmet Barlas, Meliha Okur; Star'dan Saadet Oruç gündeme dair yazılar yazdı, önemli tespitlerde bulundu.

İşte o yazılardan bir derleme:


İlker Birbil - Radikal
Sosyal bilimi de ben bilirim
 
Gezi Parkı olaylarına siyaset dışı deniyor ama tespit doğru değil. Aksine bu olaylarla birlikte yeni bir siyaset ve vatandaşlık tanımı doğuyor. Yabancı basının sıkça bahsettiği gibi Gezi Parkı direnişi sadece insanların yaşam biçimlerine karışıldığı için olmadı. Öyle olsa bir siyaset dışılıktan bahsedilebilir. Aksine bu olaylarla birlikte var olan liberal parlamenter sistemin, sandık demokrasisinin ötesinde kararlara katılmak isteyen yeni bir yurttaş olgusu karşımıza çıkıyor. İnsanlar vatandaşla devlet arasındaki ilişkinin yeniden kurulmasını istiyorlar. 
 
Kısacası Gezi olayları bireysel değil, siyasidir ve tam da bu nedenle sosyal bilimlerin ilgi alanına girer. Bırakalım sosyal bilimciler incelesinler, diğer ülkeler ile karşılaştırsınlar, analiz etsinler ve her platformda anlatsınlar. Biz de çimlere yayılıp dinleyelim.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 
Ömer Şahin – Radikal 
İktidar için tek yol demokrasi

Hükümet en başından beri olayları Başbakan Erdoğan’ı hedef alan iç ve dış bağlantılı ‘operasyon’ olarak gördü. Operasyonun ayakları olarak gördüğü sermaye, medya gibi ‘uzantı’lara öfkesi bu yüzden. Bu öfke en azından kısa vadede dinecek gibi görülmüyor. Bir aylık dönem iktidar açısından operasyonu ‘önleme’ye ayrıldı. Olayların azalıp, lokalleştiği şu günlerde olan - biteni ‘anlama’ya dönük çalışma başladı. 90 kuşağını, çevrecileri çözümlemeden, toplumda biriken öfkenin sebeplerini araştırmaya kadar bir dizi çalışma yapılıyor. Bu çalışmalar şüphesiz yetersiz. Huzur, istikrar ve güven için daha çok şeye ihtiyaç var ve iktidar kanadı da bunun farkında. Öyle olduğu için iki yıldır rafta olan Alevi dosyası yeniden açıldı.Bugüne kadar dokunulmamış olması eleştirilen darbelerin yasal dayanağı görülen İç Tüzük 35’nci madde değişikliği hazırlandı. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 
Müge İplikçi – Vatan
İnsan namzedi değil, insan olabilmek

Örneğin, kimsenin hayatının kimseye tehdit olarak algılanmadığı bir ülkede yaşamaya ne dersiniz?
 
Örneğin, kimsenin kimseden korkmadığı, devletin vatandaşına bu hayatı zindan etmek, kabir azabı yaşatmak için değil onun mutluluğu ve esenliği için var olduğunu, yani asıl rolünü nihayet hatırladığı bir ülkede soluk alıp vermeye? Bunun hemen her yerde hissedilmesine?
 
İnsanları fişleyerek, sansürleyerek, susturmaya çalışarak, görevlerinden uzaklaştırıp, onları korkutarak varlığını sürdürmeye debelenen hantal bir zihniyetten topyekûn kurtulmaya ne dersiniz sahi?
 
Dış güçler ve komplolar zinciriyle çevrilmiş takıntılı bir dünya görüşünden kendine güvenen insanların özgüveni ve özsaygısıyla oluşmuş bir ülkenin vatandaşları olmaya ne dersiniz?
 
Adalet ve hukuk sisteminin kıvamında işlediği, insanların kendi anadilleriyle eğitim aldığı ve bunun bir hak ihlali olarak algılanmadığı, inanç ve mezheplerinde özgür olduğu, insanın şiddet ve silahla değil; insanla, yaşantıyla, insanca deneyimlerle yoğrulduğu bir ülkede yaşamaya ne dersiniz? Kimsenin kimseye kul köle olmadığı bir yeryüzü cennetine?
Özlem Albayrak - Yeni Şafak
‘Bağzı niyetler’
 
Ama şunu ifade etmekte fayda var: Bu ülkede, sadece muhafazakar medyadan bazı kalemler değil, bu toplumun 'evde oturan' ve bir aydır komşularının, vurmalı çalgılar kümesinden tencere-tavalı orkestra müziğinin sona ermesini bekleyen, bunu kendilerine yönelik bir tavır olarak almamaya gayret etse bile, kapı komşularına fiziksel-mental rahatsızlık vermekten hiç çekinmeyen bu insanlara için için içerleyen büyük bölümü; Gezi olaylarını ya 'çözüm sürecine karşı kalkışma' ya da 'alevileri isyana teşvik denemesi' olarak okudu, okuyor.
 
Toplumu anlamaktan hala çok uzak 'bağzıları'; bundan bir ay önce sadece sokakta değil, sosyal medyada da oldukça vandal ve saygısızken; kaybetmeye başladıkça da 'rövanşistsiniz işte, elinize fırsat geçince…' diye muhafazakarları suçlayarak işin içinden çıkmaya çalışırken, yine bir şeyleri kaçırıyor yani.
A. Turan Alkan – Zaman
Midas’ın berberi olmayın!
 
Sosyal medya üzerinden hükümet devirme oyunu, anlaşılan hayli gayrimemnun vatandaşın çok hoşuna gitti.
 
Devrim klavyenin ucundaydı ne de olsa! Ne güzel, kimliği açık veya belirsiz bir hesap üzerinden aklınıza geleni yazıyorsunuz ve sizi takib edenler bu fikrinizi paylaştıkça bir “eylem”, bir iş yapmış olmanın hazzını tadıyorsunuz.

Bugünlerde bilmem ne hesabı üzerinden yapılan kişiye yönelik hakaretlerin takibat altına alındığına dair haberler çoğalıyor; bazıları şaşkın; içlerinde ifâde ve fikir hürriyetinin baskı altına alındığını zannedenler bile var. Galiba onlar birilerine alenen hakaret ettikleri için hiç hesap vermeyeceklerini düşünüyorlardı.
Erdoğan ile Rousseff: Nerede birleşiyor, nerede ayrılıyor?
 
İstanbul’daki protesto gösterileri Taksim Gezi Parkı’nda eski bir kışlayı ihya için ağaçların kesilmesiyle, Sao Paulo’da otobüs ücretlerine 20 kuruşluk zam ile tetiklendi ve ikincisinde çok daha yaygın ve güçlü olmak üzere, bütün ülkeye yayıldı. İki ülkede de protestolar, görünürde basit nedenlerle çıkmış olsa da, çok daha derin ve kapsamlı siyasi ve sosyal nitelikteki rahatsızlıkları dile getirmeye yöneldi. İki ülkede de protesto gösterileri sosyal medya üzerinden örgütlendi; yukarı–orta sınıftan gençler tarafından başlatıldı, ancak Türkiye’de vesayetçiler, ırkçılar ve kargaşa çıkarmak isteyenler, Brezilya’da yağmacılar ve anarşistler tarafından gasbedilmek istendi. İkisinde de protestocular medyayı itham ettiler: Brezilya’da gösterici şiddetini öne çıkardığı, Türkiye’de ise polis şiddetini gizlediği için. Benzerlikler burada bitiyor.
Benzemezliklere gelince: Erdoğan, protestoları öfkeyle karşıladı ve polise güç kullanarak engelleme emri verince en az 4 kişi öldü, 10 kişi gözünü kaybetti, yüzlercesi yaralandı. Rousseff ise protestoları demokrasinin derinleşmesinin bir işareti olarak yorumladı ve bundan gurur duyduğunu açıkladı. Erdoğan, protestoları “iç ve dış düşmanların, faiz lobisinin” seçimle gelen hükümeti devirmek için bir tezgâhı olarak niteleyip, toplumu hükümetten yana ve karşısında olanlar olarak kutuplaştırmaya yöneldi. Rousseff ise protestolardan ders çıkardı; kamu ulaşım sisteminin, sağlık ve eğitim sisteminin ihyası, yolsuzluklarla mücadele için yasal düzenlemeler sözü verdi, hatta bu konularda bir referandumun hazırlıklarına başladı.
Murat Belge – Taraf
Ezeli Yarık
 
Başbakan, bu hikâyeleri anlatarak, birçok insana olur olmaz gerekçelerle yüklenerek, kendisine muhalefet edenleri mütedeyyin kitlenin gözünde şeytanlaştırarak, bu toplumun bu ezelî bölünmesine katkıda bulunuyor. Bunca yılın bunca yanlış birikimiyle, bu iki kesim arasında açılmış çukuru derinleştirmeye çalışıyor.
 
Bütün bu Gezi sürecinin, üreteceği uzun vadeli sonuçlar çerçevesinde, bana en olumsuz görünen yanı bu oldu. Bunun öyle rastlantılara bağlı bir durum olduğuna da pek inanasım gelmiyor. Başbakan, anladığım kadar, bu ayrımın böylece sürmesinden yana. Ayrım ortadan kalkacaksa, onun “vatandaş” dediği kesimin “millet” dediği kesime biat etmesiyle kalkacak. “Herkes benim dediğimi demeye başlarsa, barış olur,” diye özetlenebilecek bir anlayış ve bir tutum bu. Bu anlayış ve bu tutumla, toplumun hangi kesimleri arasında “barış” kurulur, bilemeyeceğim.
 
“İslâm” ve “teslim”, biliyoruz, aynı kökten türer ama bugünün dünyasında, “Bana teslim olun da barışalım” felsefesinin fazla alıcısı çıkacağını sanmıyorum.
 
Ben şimdi biraz

Yeni bir Türkiye’nin ayak sesleri duyulmakta meydanlarda. Artık ‘kul’ olmaktan bıktık, vatandaş olmak istiyoruz diyor insanlar. AKP’ye bir zaman desteklemiş olanlar da bu rüzgârdan etkileniyor... ‘Tek Adam’ zihniyeti artık bu ülkede tutunamaz. İşte, Gezi Direnişi’nin getirdiği en büyük kazanım bu.
 
2 Temmuz Sivas Katliamı karşısında bu çapta bir direniş olmamıştı. Diyarbakır hapishanesinde, Roboski’de yaşanan zulümlere de kulaklarını kapatmıştı toplumun büyük kesimi. Kürtlere yapılan ayrımcılığa, insanlık dışı uygulamalara da duyarsız kalmıştı. Çünkü, devletimiz ve medyamız elbirliği ile bambaşka bir resim getirip koymuştu önlerine.

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...
 
Melih Aşık -  Milliyet
Yine CHP üzerine
 
Başbakan, Gezi Parkı’nda ağaç kesilmesini eleştirenlere sık sık şöyle sesleniyor:

- Koç ve Sabancı üniversiteleri için ormanlar kesilirken neredeydiniz...
O zaman kim neredeydi bilinmez... Ancak Başbakan Erdoğan’ın o zaman belediye başkanlığı koltuğunda oturduğu belgeli... 1994-99 yılları arasında CHP grup sözcülüğü yapan Mimar Tekin Ağırman arşivlerden Belediye Meclisi kararlarını çıkarmış... Sabancı Üniversitesi ile ilgili hem 26 Temmuz 1996, hem 16 Mayıs 1997 tarihli imar plan onaylarının altında Tayyip Erdoğan’ın imzası var. Belgelerin kopyası bizde de mevcut.
 
Başbakan’ın sık tekrarladığı bir başka iddia:
 
- Gezi olaylarında ayaklananlar Dolmabahçe-Beşiktaş arasındaki kaldırımlarda ne kadar kilit taşı varsa polise fırlattılar. Bakın orada tek kilit taşı kalmadı.
Gerçekten de orada tek kilit taşı yok. Çünkü bütün kilit taşlarını Büyükşehir Belediyesi alıp götürmüş. Sebebi de o bölgeye beton kaldırım yapılıyor olması...
Camide bira içtiler iddiası tutmadı. Ancak türbanlı ve çocuklu kadını Kabataş’ta dövdüler iddiası sürüyor. Eğer iddia gerçekse hep birlikte kınayacağız. Ama bugüne kadar iddiayı destekleyen ne bir tanık var ne bir mobese kaydı... Bir tane olsun gerçek iddia ortaya çıkmayacak mı?
 
Deniz Gökçe - Akşam
FED yanlış yorumlara karşı savaş ilan etti
 
William Dudley ABD Merkez Bankası’nın, New York şubesinin başkanıdı ve ABD’nin en tecrübeli Merkez Bankacılarından (Fed) biri. ABD Merkez Bankası’nın para politikası New York şubesi tarafından  uygulanır. Açık piyasa işlemleri oradan yönlendirilir. New York şubesi piyasalar için en iyi gözlemlenmesi gereken yerdir. Dudley perşembe günü bir açıklamasında şu sözleri söyledi: “Yatırımcılar Fed’in evvel söylendiğinden önce likiditeyi daraltacağını düşünmekle hata yapıyorlar! Fed ülke ekonomisinin büyümesini desteklemeden vazgeçmedi ve faizlerde bir yükselme şeklinde bir para politikası değişikliği de yok.” 
 
Bu konuşma, Fed’in açıklamaları piyasa tarafından hem Avrupa hem de ABD’de yanlış yorumlanıp, piyasalarda likidite daraltılması geliyor dendikten sonra Merkez’in en yetkili ikinci uzmanı tarafından yapılan önemli bir ret konuşması idi. Diğer taraftan Fed’in yöneticilerinden Guvernör Jerome Powell da gene perşembe günü ve Dudley’den bağımsız olarak yaptığı konuşmada, “Yatırımcılar Fed’in ekonominin durumunun düşünülenden daha iyi olduğu şeklinde değerlendirmesinin para politikası değişeceği ve likidite politikasının sıkılaştırılmasına geçileceği şeklinde değerlendirilmesinin yorum hatası olduğunu kuvvetle” vurguladı. Yani Fed piyasadaki yanlış algıyı değiştirmek istiyor.
 
Mehmet Barlas – Sabah
Başbakan Erdoğan’ın ruh haletini anlamaya çalışmak

Diyelim ki Türkiye'de Başbakan olmuşsunuz. Yönetimini devraldığınız ülkeye ve halka hizmet için gece gündüz inanılmaz bir tempoyla çalışıyorsunuz. Ülkeyi büyütüyor, alt ve üst yapıyı yeniliyor, ekonomiyi iflastan çıkartıp gelişme sürecine taşıyorsunuz. Dış dünyada "Hasta adam" konumundan sözü dinlenen, ağırlıklı bir ülke konumuna geliyor ülkeniz.
 
Kronik terör sorununu aşmak için de büyük bir siyasi risk alıp "Barış Süreci"ni başlatıyorsunuz.
Çabalarınızın takdir edilmesini beklediğiniz sırada bir anda kitleler sokaklara çıkıyor, sizi ve ailenizi hedef alan ağır ifadeler sosyal medyaya ve duvarlara dökülüyor, evinize ve çalışma mekânlarınıza saldırılar düzenleniyor...

Bu noktada "Acaba ben nerede hata yaptım" diye düşünceye mi dalar "İnsan unsuru" denilen o karmaşık ruh yapısı?  Ya da olaylara bir Bektaşi veya bir Budist gibi bakıp "Problemler zaten çözümlenecekse neden endişeleneyim, problemler çözümlenmeyecekse endişelenmenin ne yararı olur ki" diye mi davranır?

Hangi halk?

Neticede sokağa dökülen kesimler kendilerini "Halk" olarak sunarlarken, Başbakan Erdoğan da kendisini destekleyen ve üstelik çoğunluğu oluşturan "Halk"a gitmeyi tercih etti.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
 
Meliha Okur - Sabah
İsrail gazını doğru okumak!
 
Nabucco proje çöplüğüne gömülürken, Doğu Akdeniz'de İsrail aldı başını gitti. Bulduğu rezervlerle bölge dengelerini değiştirmeye hazırlanıyor.
 
Gazın, Doğu Akdeniz'den AB'ye taşınmasıyla ilgili mühendisliği ve ekonomi politiği üzerinde üç yıldır ders çalışıyor.

İlk etapta yılda 6 milyar metreküp gazı taşıma telaşında.

Ama bu hedefe ulaşamayabilir. Acil biçimde Kıbrıs ve Mısır kıyılarını devreye sokmaya uğraşıyor. İlk adım geçen hafta atıldı. ABD'li Noble ve Delek Enerji, İsrail'le birlikte Güney Kıbrıs'ta 10 milyar dolara sıvılaştırılmış doğalgaz terminali kurmak için ön anlaşma imzaladı. Bu terminal bir boru hattıyla desteklenecekse Türkiye kesinlikle devreye girer.  Uzmanlar, boru hattının en fazla 2.5 milyar dolara mal olacağını söylüyor. 10 milyar dolara terminal! 2.5 milyar dolara boru hattı! İsrail, neden ilk etapta bu kadar pahalı bir terminal yatırımını tercih etti?


Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Saadet Oruç - Star

Türkiye ile aynı gün, 3 Ekim 2005 günü AB müzakerelerine başlayan Hırvatistan önümüzdeki hafta resmen AB’nin 28. Ülkesi oluyor.

Türkiye ise üç yıllık bir aradan sonra, Gezi olaylarının tozu dumanı arasında, yeni bir fasıl açıyor. AB, son zirvesinde alarm zilleri çalan işsizlik için reçete yazmaya çalışırken, Suriye konusunda Batı’daki eksen kaymasına adapte olmaya çabalarken, Türkiye ile mesafeli ve seviyeli bir ilişkide kararlı. Suriye konusundaki hassasiyeti paylaşan AB ülkelerinin Türkiye konusundaki sorumlu reflekslerini bir kenara not edelim.

Ankara’da da, Brüksel’de de ve hatta bütün AB başkentlerinde herkes biliyor ki, Türkiye’nin tam üyeliği yakın gelecekte gerçekleşmeyecek. Ancak, AB süreci Türkiye’nin katetmesi gereken bir güzergah.

Bu güzergah terk edilecekse bile, AB üyesi bir ülkenin seçim takvimi değil, bizzat Türkiye’nn kendi dinamikleri belirleyici olmalı.

(…)

Türkiye’de yaşanan gelişmeler ve bu gelişmelere mal bulmuş mağribi gibi atlayan çevrelerin abartılı refleksleri süreci zorladı. Ancak şu nokta da unutulmamalı ki, yine bu gelişmelerden çıkış reçetesi de AB ile işbirliği halinde hazırlansa daha fazla etki gücüne sahip olacak.


Yazının tamamını okumak için tıklayınız