Gündem

8 gazeteden 11 köşe yazarı gündem için ne yazdı?

Mustafa Ünal: 2 yıl az bir süre değil. Daha ileri sonuç elde edilmeliydi. Şimdi bu süreyi 3 yıla, 4 yıla çıkarmanın anlamı yok

10 Temmuz 2013 10:59

Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak
Cemaat diyarında kördöğüşü

 

Türkiye yıllardır derin bir girdaba kapılmışçasına rejimin esasına, sistemin özüne ilişkin tartışmaların içinde kavrulup gider. Kendisiyle, kendi farklılıklarıyla, kendi tarihiyle tanışmayan, barışmayan bir toplumsal dokunun dışa yansımasıdır aslında bu girdap.

Kendisiyle kavga eden, kendisine ait kültürel, tarihi, dini her unsuru o güne yönelik siyasi işlevlerle faydacı bir şekilde tanımlayan, böyle yaptıkça o unsurlarla ya da o unsurlar etrafında çatışma yaşayan ve çatışmayı siyaset olarak tanımlayan bir dokudur bu.

Bu dokunun milliyetçiliği de, solculuğu da, İslamcılığı da, liberalliği de kendisine has olur.

Malum çatışmadan, dipsiz bütünleşme krizinden, aşırı siyasallaşmadan ve faydacılıktan beslenir.

Yazının tamamı için tıklayınız

 

Mustafa Ünal – Zaman
Anayasa’da sona doğru

 

Meclis Başkanı Çiçek, dün muhalefet liderleriyle görüştü. Uzlaşma Komisyonu’nun sonuçlarını anlattı. Netice ortada: Dört partiden eşit sayıda milletvekilinin yer aldığı komisyon iki yıla yakın çalıştı. Toplam 176 madde ele aldı. Her parti kendi teklifini gündeme getirdi. CHP’den farklı öneriler geldiği de oldu. Uzlaşılan madde sayısı 50’yi bulmadı, 48’de kaldı.

  Tablo iç açıcı değil. İyimser bakmak isteyenler, dört partinin kalkmadan masada oturduğunu, teklifleriyle her partinin anayasa taslağı oluşturduğunu söyleyebilir. Şüphesiz bir kazanımdır. Bazı partilerin özellikle de CHP’nin ‘Meclis anayasa yapamaz’ noktasından ‘anayasa yapmak için masaya oturma’ aşamasına gelmesi olumlu. Ancak netice de önemli.

  2 yıl az bir süre değil. Daha ileri sonuç elde edilmeliydi. Şimdi bu süreyi 3 yıla, 4 yıla çıkarmanın anlamı yok. Muhalefet liderleri komisyonun devam etmesinden yana. MHP de CHP de ‘Masadan kalkmayacağız. Çalışmalar sürsün’ dedi. Hedef masada oturmak değil ki... Anayasa yapmak. Neticeye ulaşmak. Dört partili anayasa baştan zordu. Dört partinin de ‘evet’ dediği anayasa siyasetin doğasına aykırıydı. Olmazı görmek gerekiyordu. Bunun için iki yıl beklenmemeliydi. Diğer seçeneklere fırsat tanınmalıydı.

Yazının tamamı için tıklayınız

 

Cengiz Çandar – Radikal
Ankara’nın derdi Kahire’de demokrasi mi?

 

"Türkiye’de bu kadar çok Mısır uzmanı bulunduğunu bilmiyordum” diye yazdı önceki günkü Today’s Zaman’da Ömer Taşpınar. Washington’dan birkaç günlüğüne Türkiye’ye geldiğinde her televizyon kanalında, her saat başı sayısız kişiyi Mısır’ı tartışırken görmüş ve tabii kısa süre içinde aslında Mısır’ı değil Türkiye’yi tartıştıklarını anlamış. 

Türkiye’de ‘Mısır uzmanı’ olmasa da ateşli biçimde aslında Türkiye tartışan insan sayısı hatırı sayılır ölçüde çok. Tartışmanın içeriğini aslında iktidar partisi, sözcüleri ve propagandistleri belirliyor. İki yönlü bir ‘söylem’ söz konusu: 

1. Mısır’daki ‘askeri darbe’yi ‘ama’ sözcüğünü Türkçeden çıkararak kınamak; 

2. Muhammed Mursi’nin ve Müslüman Kardeşler’in iktidara geri dönüşünü –yine tartışmasız biçimde- talep etmek. 
Birbiriyle tutarlı iki yön bu. Mısır’daki ‘askeri darbe’yi kabul edilemez buluyorsanız sonuçlarının iptalini de savunmanız gerekir ki Mursi’nin cumhurbaşkanlığına ve Müslüman Kardeşler’in hükümete geri dönüşünü talep etmeniz de doğaldır. 

Yazının tamamı için tıklayınız

 

Ezgi Başaran – Radikal
İşte bunlar hep hukuk

 

Hukuk diyeceksek, halbuki, neler neler denir ben size sayayım...

Sulukule’den Ayvansaray’a, Fatih Tokludede Mahallesi’ne...

Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesinden Haydarpaşa Garı’nın yanmasına...

Temmuz 2012’de Samsun’daki sel sonucu TOKİ’nin inşa ettiği binaların yapılmaması gereken bodrum katlarında ölen 13 vatandaşın namına ‘kentsel dönüşüm/inşaat ya resullah/imanım rant’ konularında vatandaşın ve sivil toplum örgütlerinin yaptığı yüzlerce suç duyurusu var. Neredeyse hepsi reddedildi ya da kaynatıldı. Vatandaştan gelen her tür duyuruya sağır sistemdeki hukuk.

E o zaman insan, hukuki yöntemleri kullanarak nasıl “Hayır” desin? Devletin icraatlarına nasıl muhalefet etsin? Gezi Parkı’nda onca kan, ter, gözyaşı ve yüzlerce saat bekleyişin sonunda ancak ve ancak bir adet Topçu Kışlası’nın yapımını durdurabilmiş bu vatandaşa şimdi bir anda hukuktan bahsediyor... Mister Bean ile Kenan Evren karışımı valimiz. Tatlı bir hukukumuz vardı, valimiz yeni tanıştı.

Hukuk vardıysa, halbuki, bunca kan, ter, gözyaşı ve yüzlerce saat bekleyişten önce devreye girseydi, Topçu Kışlası yapılmayacak denseydi... İyi olurdu di mi?

Hukuk vardıysa, elinde pala dolaşan adam serbest bırakılırken, Taksim Dayanışma’sından mimar Mücella Yapıcı gözaltına alınmasaydı. Kalp hastası olmasına rağmen uzun süre ilacından mahrum bırakılmasaydı. O gözaltındayken, Beşiktaş’taki evinin önünde arama yapmak için (hangi suça istinaden evi aranıyor, muamma) dizim dizim dizilmeseydi.

Yazının tamamı için tıklayınız

 

Sedat Ergin – Hürriyet
Gazetecilere dönük polis şiddeti tırmanıyor

 

Polisin gazetecilere kaba güç kullanması uluslararası alanda da tepki doğuruyor. Tüm dünyada basın özgürlüğü için mücadele veren Paris merkezli Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü de “Gezi Parkı eylemlerinden bu yana yoğunlaşan polis şiddetini” kınayan bir açıklama yayımlamıştır. Örgüt, “Yetkililer gazetecileri hedef almayı sürdürüyor” başlıklı mesajında, cumartesi günkü olayları kınamış, “polisin görevini kötüye kullanmakta ısrar ettiğini” vurgulamıştır.

Meselenin çarpıcı tarafı, olayları izleyen yabancı gazetecilerin durumunun Türk gazetecilerden çok farklı olmamasıdır. İstanbul’da görev yapan dünyanın bütün önde gelen gazete ve TV kanallarının temsilcilerinin ezici çoğunluğunun olaylar sırasında biber gazına, tazyikli suya maruz kaldıklarını söylemek hata olmaz. Bunlar içinde en çarpıcı örneklerden biri New York Times’dan verilebilir. Gazetenin Türkiye’ye yeni atanan Bağdat Bürosu Şefi Tim Arongo’nun Taksim’de hedef olduğu ilaçlı su cildinin tahriş olmasına yol açmıştır. New York Times’in İstanbul muhabiri Şebnem Arsu da Divan Gezi Oteli’nin lobisinden içeri atılan kapsüller de dahil olmak üzere birçok kez biber gazına maruz kalmış, doku defektine bağlı olarak gözünün kornea tabakası zedelenmiş ve iki hafta tedavi görmüştür.  New York Times’a fotoğraf geçen Ed Ou da Gezi Parkı’nda fotoğraf çektiği sırada polisin yüzündeki gaz maskesini çıkarması sonucu biber gazı solumak durumunda bırakılmıştır.

Bir başka sorun, yabancı basının sıkça polisin hakaretlerini, kötü muamelesini de tecrübe etmiş olmasıdır. Örneğin, CNN İstanbul muhabiri Ivon Watson, polisin üzerine küfrederek yürüdüğünü bir tweet mesajıyla geniş bir kesime duyurmuştur. Ağır küfrü burada tekrarlamıyoruz.

Bütün bu hareketlerin bıraktığı izlerin, dünya basınında Türkiye hakkında şekillenmekte olan olumsuz bakışı daha da derinleştirdiğini söylemek objektif bir saptamadır.

Yazının tamamı için tıklayınız

 

Fikret Bila – Milliyet
Makas

 

Sürecin bu aşamasında henüz Öcalan ve BDP’nin masaya sürdüğü taleplerin hükümet tarafından nasıl karşılanacağı tam olarak ortaya çıkmış değil. BDP tarafı şimdilik hükümetin irade beyanında bulunmasının yeterli olacağını da söyledi. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın beklentisi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu hükümetin bu taleplere karşılık atacağı adımlar konusunda güçlü bir beyanda bulunması ve mümkünse yazın TBMM’nin olağanüstü toplanarak bunları hayata geçirmesi.

Makas kapanır mı?
Bu süreçte en önemli sorulardan biri Öcalan-BDP cephesinin talepleri ile hükümetin taahhüt edecekleri veya yapacakları arasındaki “makas”ın kapanıp kapanmayacağıdır. Bu sorunun yanıtı ancak süreçle ilgili olarak ifade edilen ikinci ve üçüncü aşamada ortaya çıkabilir. Dünyada örneklerini gördüğümüz gibi bu tür süreçlerde hükümet/devlet “en az”la pazarlığı açarken, terör örgütü ve/veya siyasi temsilcileri “en fazla”dan açıyorlar.
Öcalan-BDP cephesi çıtayı yükseğe koyarak dünya örneklerine uygun bir tavır aldı. DiyarbakırKonferansı sonrasında da kamuoyuna duyurulduğu gibi PKK’nın talebinin özü egemenliği Ankara ile paylaşmaktır. Kürtlerin federasyon mu, bağımsızlık mı kararını vereceği açıklanarak, pazarlık en üst seviyeden açılmış oldu. Bunu talep edip hükümeti özerkliğe razı etmek taktiği olarak da değerlendirilebilir.

Yazının tamamı için tıklayınız

 

Hasan Pulur – Milliyet
Ah şu laikler ve Kemalistler!

 

Başbakan Tayyip Erdoğan bize kalırsa ayıp ediyor.
Türk polisi destan yazıp, kahramanlar gibi mücadele ediyormuş...
Kime karşı!
Sanki başka bir ülkeden gelenlere karşı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı böyle konuşmamalı, böyle düşünmemeli...
Televizyonlarda seyrettik, o kahramanların Antalya kapalı otoparkında nasıl destan yazdıklarını...
Biri kız, üç gence karşı 17 polis...
Bu mudur destan, bu mudur kahramanlık?..
***
Tamam, tamam itiraza gerek yok. O üç genç velev ki suçlu olsun, suç işleyip kaçsınlar, elbette polis yakalayacak, “orantılı bir şiddet” uygulayacak, hele teslim olmakta direniyorlarsa.
Ama böyle insafsızca değil!
Polislerin tümü böyle değil, tamam, destan yazıp, kahramanlık yapanlar arasında bunlar da var!
Görülebiline!

Yazının tamamı için tıklayınız

 

Güngör Mengi – Vatan
Bize düşman lazım değil

 

Halk her gün gitgide daha yakıcı bir şekilde adalet hasreti çekmektedir. Kim bilir hangi melânetin korkutucu figürü olan palalı adama karşı mahkeme vatandaşı korumamıştır.

Palalı adam dışarıda özgür dolaşırken, çoğu sahte deliller ve gizli tanıklarla sanık yapılan yüzlerce değerli insan, esir kampı şartlarında beşinci yıllarını doldurmaktadır.

Anayasa Mahkemesi bu adaletsizliği aşmaları için hâkimlere yol göstermektedir ama onların da çoğu “intikam meleği” rolünden vazgeçmemektedir.

Türkiye “inşallah” AB’ye girecektir. O nedenle Türkiye’nin kusuru AB’nin kusuru olmaktadır.

Bir grup Avrupalı parlamenter, Türkiye’ye verilen mali yardımların yerine gitmediğini gerekçe göstererek ödemeyi durdurmak üzere harekete geçmişlerdir.

Çünkü yaşam kalitesini yükseltmek için gönderilen o paralar biber gazına harcanmaktadır!

Yazının tamamı için tıklayınız

 

Sanem Altan – Vatan
Ah bir Demir Ökçe’yi okusalar…

 

Her dönem dünyanın bir yerlerinde demir ökçeler ve onlarla dövüşen cesur insanlar hep oldu.
Bunların romanları yazıldı…
Filmleri çekildi…
Zamanla gelişmiş ülkelerde demir ökçeler eski güçlerini kaybetti.
Ama gelişmemiş yerlerde hala insanı devlete karşı koruyamıyor sistem, demir ökçelerin kanlı izleri etrafta dolanabiliyor.
Kendini rahatsız eden fikre karşı toplumu ikna edecek bir başka fikir bulamayınca fikrin sahibini eziyor o demir ökçe…
Yok etmek istiyor.
Fikirlerle fikirlerin çarpışmadığı her yerde demir ökçeler ortaya çıkıyor.
Çünkü fikirlerle baş edemiyorlar

İnsanları ezip yok edebilse de fikirlere bir şey yapamıyorlar. 
Jack London’ı okurken saldırının vahşeti söylenen fikrin doğruluğu ölçüsünde artıyor diye düşündüm.
Gezi olaylarındaki vahşeti gördükçe merak ediyordum, bu şiddeti böylesine tetikleyen ne diye.
Fikrimizin doğruluğu.
Türkiye yönetimi kaçınılmaz olarak şunu anlayacak, Osmanlı’nın yaptığı hataları aynen tekrarlayarak, cumhuriyeti demokrasiden kopararak, toplumu padişahlık gibi yöneterek toplumsal sorunları çözemezsin.
Sosyal sorunları silahla, tomayla, gazla, yükses sesle ortadan kaldıramazsın.
Hiçbir ülkenin gücü, Amerika ya da Rusya olsanız da sosyal sorunu silahla çözmeye yetmez.
Bu sakin, basit, sıradan bir kural.
Ama değişmeyen bir kural.
Ortada bir sosyal sorun varsa, onu çözmeyi değil bastırmayı tercih eden devletin demir ökçesi kırılır.
Ve toplum o sorunu çözer.
Toplumsal sorunları şiddetle bastırabileceklerini sananlar, vakit bulduklarında şu Demir Ökçe’yi bir karıştırsınlar.
Niye yenileceklerini anlarlar.

Yazının tamamı için tıklayınız



Hikmet Çetinkaya – Cumhuriyet
Eli Palalı, Silahlı Şehir Eşkıyaları...

 

Devleti yönetenler iyi polis, kötü polis rolünü üstlenmişler...
Birisi; eli palalı sokak eşkıyasının, yargı tarafından serbest bırakılmasını yadırgıyor, öteki metro açılışında bile Gezi Parkı direnişçilerinin iç ve dış destekçilerinden söz ediyor.
AKP’li bir milletvekili ise, eli palalı sokak eşkıyasını şöyle savunuyor:
“Esnafın hukuk çerçevesi içindeki eylemi!”
Ülkemizde hukuk devleti Ürgüp’teki balonlara benziyor...
İsteyene ayran, isteyene gazoz gibi...
İsteyene pala, isteyene silah gibi...
Koskoca balon patlıyor ya da düşüyor...
Kim suçlu?
Kaptan pilot mu yolcular mı?
Yolcular!
Suçun tarifi çok, istediğini beğen...
Balonun patlamasının da öyle.
Suçları örteriz, suçluları kollarız.
Yaşasın hukuk, yaşasın adalet!
Önemli olan devletimiz!
Devletin polisi, devletin askeri, devletin memuru...
Halkın polisi, askeri, memuru olmadı hiç...
70’li yıllarda devletin katilleri vardı, 80 sonlarında, 90’lı yıllarda yeniden ortaya çıktılar.

Yazının tamamı için tıklayınız

 

Hasan Bülent Kahraman – Sabah
Demokratik darbe!

 

Yeni bir şey yok burada. Hele hele bütün bu tartışmanın meşhur Latin şairi Juvenal'in, "quis custodiet ipsos custodes?" ("gözetmenleri kim gözetecek") saptaması demokratik teorinin en temel sorusu haline geldikten bu yana gerçekten yeni hiçbir şey yok. Demokratik teori, doğru iş yapsın diye oraya getirilen kişi suiistimale kalkıştığında ne olacak sorusunu da aynı şekilde yanıtlıyordu: denetleyici kurumların ve mekanizmaların oluşturulması halinde süreç kendisini temizler.

Sonuç itibariyle gerçek bir "devrim" mutlak halk iradesine dayanarak oluşur. Bu bakımdan özünde bir askeri darbe olan Ekim Devrimi'nden ziyade 1979 İran Devrimi çok daha özgündür. Bu nedenle Foucault dahil birçok Fransız düşünürün dikkatini çekmiştir.

Keşke Mursi'yi ordu devirmeseydi. Keşke Mursi onu oraya seçen halkın özgür iradesiyle makamından indirilseydi.

Darbenin demokratiği olmaz çünkü!

Yazının tamamı için tıklayınız